göbeklitepe nin daha sonra inşa edilen tapınaklara etkisi nedir

diyekonustu.com - "Metroidvania", birçok insanı öfke paroksizmlerine gönderen rahatsız edici bir kelime olabilir, ancak bu onu daha az kullanışlı bir Çarşamba, Temmuz 27 2022 Son dakika Bukanıtlar; Göbeklitepe’nin o dönemde Güneydoğu Anadolu çevresinde yaşayan erken dönem avcı-toplayıcı insanların kurban töreni merkezi olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucunu doğurmaktadır. 12000 yıl önce binlerce insan bir araya gelmiş bu tapınakları yapmış ve daha sonra üzerlerini toprakla örtmüştür. The Straits Times, 12 Ağustos 1889 (Geminin misyonu hakkında); Microfilm Reel NL05054. Türk eğitim firkateyni Ertuğrul, Sultan’dan Mikado San’a gönderilen kıymetli taşlarla süslü nişan kordonunun taşıyıcısı Osman Bey’in komutasında geçen ayın 13’ünde yola çıktı. The Straits Times, 16 Kasım 1889, sayfa 2 (Singapur Sonra1009 ve 1155 yılları arasında tümüyle farklı bir yöne, yaklaşık 50 derece daha güneye doğru inşa edildi. Cami yönelimlerinin en tartışmalısı olduğu için Gibson , F.Safar'ın 1936-42 aralığında yürüttüğü görkemli kazı çalışmalarından hareketle cami planını yeniden ortaya koyma yoluna gitmez. Göbeklitepe. Göbeklitepe, tarihte bilinen ilk tapınak olma özelliğini taşıyor. Bu nedenle de tarihteki ilk inancın başlangıç kaynağı olarak kabul edilen en büyük tapınak olarak kayıtlara geçmiş durumda. Göbeklitepe’nin bir diğer önemi ise, tarihte bilinen en eski yapıttan daha da eski olması. Örnek vermek gerekirse Avis Sur Site De Rencontre Jecontacte Com. Neolitik Dönem’in başlarında avcı-toplayıcı yaşam biçimi ve ona dayalı kültür devam ederken, bir taraftan da insanlar yerleşik yaşama geçmiş, tarıma ve hayvancılığa doğru ilk adımları atıyorlardı. Ancak bu yenilikler henüz tam olarak yerleşmemişti; binyıllardan süzülüp gelen yaşam biçimini bir anda terk etmek mümkün değildi. İşte Göbekli Tepe böyle bir ortamın ürünüdür. Foto 1 Köksal-Schmidt, Ç., 2016, “Göbekli Tepe’yi yeniden yapmayalım’, koruyalım”, Kültür Servisi Erişim Tarihi Göbekli Tepe, Türkiye’de ve dünyada arkeolojiyle doğrudan ilgili olmayan kesimlerin en çok bildiği ve merak ettiği yerlerden bir tanesi. Hakkında birçok popüler/bilimsel dergi ve tv kanalı haberler yaptı, belgeseller çekti. Foto 1 Günlük gazetelerde neredeyse her gün Göbekli Tepe’yle ilgili bir habere rastlamak mümkün. Guardian gazetesinden Kevin Rushby, 2012 yılında, buranın bir gün her ilkokul çocuğu tarafından bilineceğini ve Mısır piramitleri gibi, önemli bir turizm merkezi olacağını yazdı. 1 Rushby’nin öngörüsünün gerçekleşmesine çok var ama Göbekli Tepe’yi yoğun günlerde yaklaşık bin kişi ziyaret ediyor ki ulaşım zorluğu, tanıtım eksikliği gibi faktörler göz önüne alındığında hiç de azımsanacak bir sayı değil bu. 2 UNESCO 2011 yılında Göbekli Tepe’yi Dünya Mirası Geçici Listesi’ne aldı ve muhtemelen birkaç yıl içerisinde de ana listede yer bulacak. Kazılar ve haberler devam ettikçe, hem ilgi hem de ziyaretçi sayısı artacak. Gerçekten de Göbekli Tepe arkeolojinin son dönemlerdeki en önemli keşiflerinden bir tanesi. Toplumun diğer kesimleri kadar, arkeologlar ve uzmanlar tarafından da konuşulan, tartışılan bir yer. Peki, Göbekli Tepe nerede? Kimler, nasıl ve -belki en önemlisi- neden yaptılar burayı? Ve Göbekli Tepe’yi bu denli önemli yapan şey ne? Yazıda bu sorulara -bilgim yettiğince- yanıt vermeye çalışacağım. Foto 2 Foto 2 Schmidt, K., 2007, Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı. Göbekli Tepe. En Eski Tapınağı Yapanlar, Çev R. Arslan, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, Resim 52, Göbekli Tepe’den de önce Göbekli Tepe’nin kendisinden söz etmeden önce, insanoğlunun geçmişinin -çok kısa- bir özetini yapmak gerekir ki Göbekli Tepe’nin bu geçmişin hangi noktasında olduğu ve dolayısıyla önemi anlaşılabilsin. İnsanoğlunun -biyolojik sınıflandırmadaki ismiyle Homo türünün- yeryüzündeki serüveni yaklaşık 2,5 milyon yıl önce Afrika’da başladı. Çeşitli evrimsel aşamalardan sonra, yaklaşık 200 bin yıl önce, günümüz insanının da mensubu olduğu Homo sapiens, yine Afrika’da ortaya çıkarak, hızla dünyanın diğer bölgelerine yayıldı. Günümüzden yaklaşık 20 bin yıl öncesine gelindiğinde, Homo sapiens, artık dünyanın her yerine -Amerika kıtası dâhil olmak üzere- ulaşmıştı. 3 Paleolitik Eskitaş adı verilen bu 2,5 milyon yıllık dönem boyunca Homo sapiens ve ondan önceki insan türleri, diğer hayvanların yaptığı gibi, doğada hazır halde buldukları bitki, yemiş, kök ve yumruları toplayarak ve hayvanları avlayarak beslenme ihtiyacını gidermiştir. Barınma sorununu ise mağara, kaya altı sığınağı vb doğal oluşumları kullanarak çözme yoluna gitmiştir. Tüm bu süre boyunca insan grupları belirli bir yerde sürekli ve kalıcı olarak yerleşmektense, mevsime ve çevredeki bitki ve hayvan varlığına bağlı olarak, göçebe ya da yarı-göçebe bir hayat tarzı sürdürür. 4 Foto 3 Schmidt, K., 2007, Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı. Göbekli Tepe. En Eski Tapınağı Yapanlar, Çev R. Arslan, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, Resim 7, Yakındoğu’da, Bereketli Hilal adı verilen bir bölgede, günümüzden önce yaklaşık 16-12 bin arasında işler değişir. Bu bölge, doğuda Zagros Dağları, kuzeyde Toros Dağları, batıda ise Amanoslar’dan başlayarak Doğu Akdeniz boyunca güneye inen dağ sıralarının oluşturduğu kavis nedeniyle hilale benzetilir. Foto 3 Bu dağların etekleri, buğday, arpa, çavdar gibi tahıllar ile mercimek, bezelye, nohut gibi baklagillerin yabani türlerinin doğal yetişme alanlarıdır. Günümüzde bile bu bitkilerden bazılarının yabani türlerine bu bölgede rastlamak mümkündür. Aynı bölge, sonradan evcilleştirilecek koyun, keçi, domuz, sığır, eşek, at vb hayvanların yabani türlerinin yanı sıra, başta ceylan türleri olmak üzere, birçok hayvanın yaşadığı bir bölgedir. İşte o dağların oluşturduğu hilale bereketli denmesinin nedeni de budur. Tüm bu özellikleri nedeniyle Bereketli Hilal, toplayıcılık ve avcılıkla geçinen insanlar için adeta bir cennet gibidir. Arkeolojide Epi-Paleolitik Paleolitik Sonrası – GÖ 16-12 bin adı verilen dönemde, Bereketli Hilal civarında yaşayan insan toplulukları, içinde bulundukları bölgenin hayvan ve bitki varlığı bakımından çok zengin olmasından da faydalanarak, yerleşik ya da yarı-yerleşik yaşamaya başladılar. Çok sağlam olmasa da bir takım barınaklar/kulübeler inşa ediyor, küçük çaplı köylerde yaşıyorlardı. Güneydoğu Anadolu’da Hallan Çemi Batman, Biris Mezarlığı ve Söğüt Tarlası Şanlıurfa; Suriye’de Mureybet, Abu Hureyra; Irak’ta Zawi Çemi, Kermez Dere; İsrail’de Natuf, Kebara; Ürdün’de Ain Malaha ve Beidha, bu dönem yerleşmelerinden yalnızca birkaçıdır. Yerleşik yaşama geçiş süreci, burada söz edildiği kadar basit değildir elbette. İnsanların binlerce yıldır devam edegelen göçebe yaşam biçimini adeta bir anda neden terk ettiği ve bu değişimin nasıl gerçekleştiği ve sonuçları, arkeolojideki önemli araştırma başlıklarıdır. Epi-Paleolitik Dönem’de insanlar yerleşik bir yaşam sürdürmekle birlikte, besinlerini yine çevrelerinde bulunan bitkileri toplayarak ve hayvanları avlayarak elde ediyorlardı. Bu dönem yerleşmelerinde koyun, keçi, sığır, domuz, eşek ve atın yabani türleri ile ceylan, karaca vb hayvanların kemiklerine çok yoğun miktarda rastlanmaktadır. Yakın çevrede bolca bulunan tahıl, baklagil ve yemişleri fıstık, çitlembik, badem, incir vb topladıklarını, bu bitkilerin yanarak günümüze ulaşmış kalıntılarından biliyoruz. Barınakların/kulübelerin içinde ve çevresinde bulunan depolama çukurları silolar ile bitkileri öğütmekte kullanılan öğütme aletleri ve havanlar da bu bitkileri tükettiklerinin dolaylı kanıtlarını oluşturur. Kemik, boynuz veya ahşap içerisine taştan yapılmış bıçakları monte etmek suretiyle yapılan oraklar da yoğun bir biçimde bitki hasadı yaptıklarının bir diğer dolaylı kanıtıdır. Birkaç binyıl devam eden bu yerleşik avcı-toplayıcılık dönemi boyunca insanlar, bitkileri ve hayvanları daha fazla ve yakından gözlemleme imkânı bulmuş, dolayısıyla onların nasıl ve hangi koşullarda yetiştiği, belli koşullar altında özellikle hayvanların nasıl davrandığı hakkında daha fazla bilgi sahibi olmuşlardı. Nitekim bu gözlem ve deneyimin ilk sonucu, köpeğin evcilleştirilmesi olur. 5 Köpeğin evcilleştirilmesi belki de insanoğlunda diğer hayvanların da evcilleştirilebileceği düşüncesini doğurmuş ve bu yönde denemeler yapmasını sağlamıştır. Dönemin sonlarına, yani MÖ 10 binlere doğru gelindiğinde bu denemeler sonuç vermiş ve domuz, koyun ve keçi evcilleştirilen hayvanlar arasına katılmıştır. Bitkilerdense arpa, buğday, sonradan çavdar, mercimek, nohut vb tarıma alınan ilk bitkilerdir. 6 Çeşitli kaynaklarda ve popüler yayınlarda evcilleştirme/tarıma alma süreci sanki bir anda ve tek bir yerde gerçekleşmiş gibi anlatılır. 7 Ancak hayvanların evcilleştirilmesi ve bitkilerin tarıma alınması, binlerce yıla yayılan bir deneme-yanılma yönteminin ve insan eliyle sürdürülen bir yapay seçilimin ürünüdür. Sonunda bitki ve hayvanlarda artık geriye dönüşü olmayan davranışsal, morfolojik ve genetik değişimler meydana gelmiştir ve bu değişimler halen devam etmektedir. Bu nedenle hayvan ve bitkilerin “ilk defa” nerede ve kim tarafından evcilleştirildiğini/tarıma alındığını tespit etmek neredeyse imkânsızdır. Evcilleştirme/tarıma almayı, Bereketli Hilal ve çevresinde gerçekleşen ve çok sayıda kuşağa yayılan bir süreç olarak düşünmek gerekir. Evcilleşen doğa, evcilleşen insan Neolitik dönem İnsanoğlu tüm bu süreç boyunca yalnızca bitkileri ve hayvanları değil, kendisini de evcilleştirir; zira nasıl hayvan ve bitkiler artık geri dönüşü olmayan bir yola insan eliyle girmişlerse, insanlar da artık geri dönüşü olmayan sosyo-ekonomik bir düzene adım atarlar. Yüz binlerce, hatta milyonlarca yıldan beri devam eden göçebe ve avcı-toplayıcı yaşam biçimi ve ona dayalı sosyo-ekonomik düzen -neredeyse- bir anda değişmiş, onun yerine bambaşka bir düzen gelmiştir. Avcılık ve toplayıcılık devam etmekle birlikte, beslenmek için “doğa ana”nın insafına bağımlı olmaktan çıkmıştı insanoğlu. Bitkileri kendisi üretebiliyor ve zor zamanlarda tüketmek üzere saklıyordu; o güne dek peşinden koştuğu av hayvanları ise artık evinin çevresinde, elinin altındaydı. Ancak tarlayı sulamak, çapalamak, ekini biçmek, hayvanları otlatmak ve daha benzeri bir yığın iş de bekliyordu kapıda; aç kalmamak için çalışmaya, emeğe ihtiyaç vardı. Dünya değişiyordu. İnsanlık tarihinde hep görüldüğü üzere, altyapıdaki üretim ilişkilerindeki değişimler, üstyapıya din, inanç, hukuk, ideoloji vb da yansıyacaktı. Bu dönemde yaşamın neredeyse tüm boyutlarında değişimler yaşanır. Örneğin başlangıçta geçici yuvarlak kulübeler şeklinde yapılan barınaklar, zamanla taş, kerpiç ve ağacın bir arada kullanıldığı, iç bölümlemelere, depolama birimlerine sahip, dörtgen biçimli yapılara/konutlara dönüşür. O güne değin kullanılmış taş alet yapım tekniklerine yeni teknikler eklenir ve böylece taş alet çeşitliliği artar. Kemiklerden yapılan aletlerin sayısı ve çeşitliliği artar. Dokumacılıkta, seramikçilikte, heykeltıraşlıkta, sanatta vb birçok yenilik ortaya çıkar. MÖ yaklaşık 10 bin ile bölgelere göre değişmekle birlikte MÖ 6 bin arasındaki bu döneme arkeolojide Neolitik Yenitaş adı verilir. Bu dönemde önceki Epi-Paleolitik Dönem’e kıyasla yerleşmelerin sayısı artar. Bu da nüfusun arttığı şeklinde yorumlanır. Yukarıda Epi-Paleolitik Dönem için adı geçen yerleşmelerin yanı sıra Türkiye’de Çayönü Diyarbakır, Nevali Çori Şanlıurfa; Suriye’de Dja’de, Jerf el Ahmar; Irak’ta Nemrik, M’lefaat; İsrail’de Eriha, Nahal Oren; Ürdün’de Ain Ghazal ve Basta, Neolitik Dönem’e tarihlenen yüzlerce yerleşmeden önemli birkaç tanesidir. Ünlü arkeolog-tarihçi Gordon V. Childe, bu dönemde yaşanan değişimi tanımlamak için daha 1930’larda, “Neolitik Devrim” tabirini kullanmıştı. 8 Temel olarak yerleşik yaşam, tarım ve hayvancılıkla belirlenen bu çiftçi yaşam, yani “devrim” kısa sürede Asya’ya, Anadolu içlerine, oradan da Avrupa’ya yayıldı. 9 MÖ 3 binlere gelindiğinde eski dünyanın nerdeyse tümünde insanlar çiftçi yaşama geçmiş, “devrim”i gerçekleştirmişlerdi. Göbekli Tepe, işte böyle bir sosyo-ekonomik -ve elbette düşünsel- dönüşüm içerisindeki insan toplumları tarafından inşa edilmiş, kullanılmış ve sonra terk edilmiş yapılardan oluşan bir yerdir. Dolayısıyla bu değişimin neden ve nasıl gerçekleştiğine ilişkin önemli bilgiler barındırır. Bunları öğrenmek ve bilmek belki gündelik hayatın curcunasında yaşamımızı pek etkilemeyecektir. Ancak insanlar olarak yeryüzündeki ve evrendeki varlığımızı daha doğru ve isabetli konumlandırmamıza, geçmişimizi daha iyi anlamamıza ve bugünkü uygarlığımıza hangi yollardan yürüyerek geldiğimizi öğrenmemize yardımcı olacaktır. Foto 4. Nevali Çori Göbekli Tepe aslında 1963 yılında keşfedilmişti. Güneydoğu Anadolu’da araştırma yapan bir ekip, Göbekli Tepe’nin üzerinde bulunduğu tepeyi ziyaret etmiş, yüzeyde gördükleri bazı büyük boyutlu taşları belgelemişti. Fakat bunların Neolitik Dönem’e değil, çok daha sonrasına, Roma dönemine veya Ortaçağ’a ait bir mezarlığın taşları olduklarını düşünmüşlerdi. 10 Aslında çok da haksız sayılmazlardı, o yıllarda hiç kimse, Şanlıurfa’da bir dağın başında Neolitik Dönem’den kalma dikilitaşların varlığından söz edemezdi. Arkeologlar arasındaki genel kanı, Neolitik Dönem toplumlarının basit, çiftçi köyler halinde yaşadıkları ve sosyal ve dini açıdan çok karmaşık olmadıkları yönündeydi. Ayrıca Neolitik Dönem’in daha güneyde, Levant’ta Doğu Akdeniz kıyı hattı başladığı ve ancak ileri aşamalarında Anadolu’ya ve diğer bölgelere yayıldığı düşünülüyordu. 11 Kısa süre içinde Çatal Höyük Konya, Çayönü Diyarbakır, Aşıklı Höyük Aksaray gibi yerleşmeler keşfedilince bu düşüncenin yanlışlığı anlaşılacaktı ama henüz o günlerin gelmesine vakit vardı. Foto 5 Hauptmann, H., 2011, “The Urfa Region”, The Neolithic in Turkey, Vol. 2, Eds Özdoğan, M., Başgelen, N., Kuniholm, P., Archaeology and Art Publications, S. 125, Fig 9. Neolitik Dönem’e ilişkin algıları değiştiren yerleşmelerden bir tanesi de yine Şanlıurfa sınırları içinde bulunan Nevali Çori’ydi. Atatürk Barajı yapılacağı sırada, baraj havzası içinde kalacak yerleşmelerde sürdürülen kurtarma kazıları kapsamında, 1983-1991 arasında 7 sezon boyunca kazısı yapılan bu yerleşmede, varlığını o yıllarda kimsenin tahmin edemeyeceği, özel bir yapının kalıntıları ortaya çıkarıldı Foto 4. Bu yapı, gündelik hayatın sürdürüldüğü diğer yapılardan, yani konutlardan birçok yönüyle farklıydı. Örneğin taş örme duvarları diğer yapıların duvarlarına göre çok daha kalındı. Foto 6 11 Bin Yıllık Nevali Çori Tapınağı, Yeniden Kuruluyor, Erişim tarihi Tabanı ise kirecin çeşitli işlemlerden geçirilmesi suretiyle, terazzo adı verilen bir yöntemle yapılmıştı. Yapının ortasına, girişin tam karşısına gelecek şekilde, iki tane “T” biçimli stel/dikilitaş yerleştirilmişti Foto 5. Bu dikilitaşların üzerindeyse kolları ve elleri andıran bir takım çizimler vardı Foto 6. Yani dikilitaşlara çok şematik bir insan biçimi verilmişti. Aynı dikilitaşların daha küçük boyutlu ve bezeksiz olanlarından 12 tane de duvarların iç tarafına monte edilmiş, bir kısmı sonradan yerinden çıkarılmıştı. Yapı aynı yerde temelleri ve planı değiştirilerek birkaç defa yeniden yapılmış, her yıkıldığında da molozları ve duvarları içerisine kırık insan ve hayvan heykelleri atılmıştı Foto 7-9. 12 Nevali Çori bugün artık Atatürk Barajı’nın suları altında; ancak bu özel yapının kalıntıları, gelecekte başka bir yerde yeniden ayağa kaldırılır düşüncesiyle, numaralandırılarak kaldırılmıştı. Bu müthiş öngörü 2014 yılında gerçekleşti. Şanlıurfa’da yeni bir müze yapılınca, Nevali Çori’deki özel yapı da aslına uygun olarak yeniden ayağa kaldırıldı. 13 Foto 7 Hauptmann, H., 2011, “The Urfa Region”, The Neolithic in Turkey, Vol. 2, Eds Özdoğan, M., Başgelen, N., Kuniholm, P., Archaeology and Art Publications, S. 127, Fig 11/a. Nevali Çori kazısında başından itibaren çalışan Alman arkeolog Klaus Schmidt, bu özel yapının keşfinde ve kazılarak gün ışığına çıkarılmasında önemli bir rol oynamıştı. Bu yapıda ortaya çıkarılan dikilitaşların benzerlerinin 1960’larda tespit edilen ama pek üzerinde durulmayan Göbekli Tepe’de de bulunduklarını öğrenmişti. Göbekli Tepe’nin yakınlarındaki Örencik köyünden insanlar sık sık müzeye ihbarda bulunuyor, bazen de buldukları heykel ve dikilitaş parçalarını yanlarında getiriyorlardı. Schmidt birkaç kişiden oluşan bir ekiple Göbekli Tepe’nin bulunduğu tepeyi birkaç defa ziyaret etti. Nihayet 1995’te burada kazılara başladı. 14 Tam da tahmin ettiği gibi, o yüzeyde rastladıkları dikilitaş ve heykeller Roma veya Ortaçağ’dan değil, Nevali Çori gibi, Neolitik Dönem’den kalmaydı. Bugün artık biliyoruz ki buradaki en eski yapılar Nevali Çori’den yaklaşık bin yıl daha eskidir. Nevali Çori’dekine çok benzeyen dörtgen planlı yapılar ise Göbekli Tepe’nin ancak son aşamalarında inşa edilmiştir. Foto 8 Hauptmann, H., 2011, “The Urfa Region”, The Neolithic in Turkey, Vol. 2, Eds Özdoğan, M., Başgelen, N., Kuniholm, P., Archaeology and Art Publications, S. 129, Fig 14/a. Klaus Schmidt, 2014 yılındaki ani vefatına kadar geçen sürede Göbekli Tepe’nin gün ışığına çıkarılarak dünyaya tanıtılmasında önemli çabalarda bulundu. Göbekli Tepe gibi “zor” bir yerde çalışmak ve bir yığın siyasi ve sosyal olayın yanı sıra bir de bürokratik engellerle boğuşmak kolay olmasa gerek. Elbette arkeoloji bir şahıs değil, ekip işidir; Göbekli Tepe de Schmidt’in başkanlığını yaptığı bir ekip tarafından bilim dünyasına kazandırıldı. Ancak Schmidt’in 1980’li yıllarda başlayan yaklaşık 30 yıllık Türkiye deneyimi ve sevgisi olmasaydı, belki de bugün Göbekli Tepe’yi bu kadar konuşuyor olmazdık. Hiç kuşkusuz, Göbekli Tepe ekibi de Schmidt’in bıraktığı yerden bayrağı alarak bu önemli yeri arkeoloji ve bilim camiasına ve kamuoyuna kazandırmaya devam edecektir. Göbekli Tepe Sanırım artık Göbekli Tepe’nin tam olarak nerede olduğunu yazmanın vakti geldi Göbekli Tepe, Şanlıurfa’nın 15 km kadar kuzeydoğusunda, yaklaşık 800 metre yüksekliğindeki bir tepenin üzerinde bulunan bir höyüktür Foto 10. Üzerinde bulunduğu tepe aslında o dönem insanlarının yaşaması için hiç de uygun bir yer değildir. O dönemde insanlar hemen her zaman su kaynaklarına yakın, bitki ve hayvan varlığının bol olduğu ya da tarım ve hayvancılığa elverişli vadi ya da platolarda yaşamayı tercih ederlerdi. Fakat Göbekli Tepe’nin üzerinde bulunduğu yükselti kireçtaşından oluşan, çorak bir kayalık olduğu için ne bitki ve hayvan varlığı açısından zengindir ne de tarım ve hayvancılık yapmaya elverişlidir. Ayrıca yakın çevrede kalıcı bir su kaynağı da yoktur. Göbekli Tepe’nin farklılıklarından ilki buradan, yani yer seçiminden kaynaklanır. O dönem insanları, yaşamı sürdürmeye elverişli olmayan bu yerde neden yaklaşık bin beş yüz belki iki bin yıl boyunca MÖ 9500-8000 yaşamışlardı? Foto 9 Hauptmann, H., 2011, “The Urfa Region”, The Neolithic in Turkey, Vol. 2, Eds Özdoğan, M., Başgelen, N., Kuniholm, P., Archaeology and Art Publications, S. 135, Fig 25. Bu sorunun yanıtı, Göbekli Tepe’de inşa edilmiş yapıların niteliğinde ve işlevinde yatar. Göbekli Tepe, insanların gündelik hayatlarını sürdürdüğü, sıradan bir yerleşim değildi. Bu nedenle burada inşa edilen yapılar da gündelik hayatı sürdürmeye yönelik değildir. Göbekli Tepe’nin diğer Neolitik Dönem yerleşimlerinden bir diğer farklılığı da budur; burası, tespit edilebildiği kadarıyla 20 tane özel yapıdan oluşan bir “tapınaklar kompleksi”dir. Bu 20 yapıdan henüz yalnızca altı tanesi gün ışığına çıkarılmışsa da jeoradar yöntemleriyle tespit edilen diğer 14 tanesi kazılmayı beklemektedir. Foto 10. Yapılar oval veya yuvarlak planlıdır ve çapları 20-30 metre arasında değişir Foto 11. Duvarlar kireçtaşı kullanılarak yapılmış, duvar örülürken içine Nevali Çori’den bildiğimiz, 12 adet “T” biçimli dikilitaş yerleştirilmiştir. Yapıların ortasında ise taştan bir platform üzerinde, daha büyük boyutlu, yaklaşık 5 metre yüksekliğinde iki adet dikilitaş bulunur Foto 12. Bir iki örnekte duvar boyunca üzerinde oturmak amacıyla yapılmış sekiler vardır. Henüz kesin olarak saptanamamışsa da muhtemelen bu yapıların üstü açıktır. Foto 11 Schmidt, K., “Göbekli Tepe”, The Neolithic in Turkey, Vol. 2, Eds Özdoğan, M., Başgelen, N., Kuniholm, P., Archaeology and Art Publications, S. 75, Fig 26. Hem merkezdeki hem de duvarların içindeki dikilitaşların üzeri, geometrik desenler ve çok çeşitli hayvanların kabartmalarıyla bezenmiştir Foto 13-15. Merkezdeki iki dikilitaşın üzerindeki kol ve eller ile bel kısmına denk gelen hayvan derileri, bunların insanı veya insan biçimli antropomorfik bir varlığı temsil ettiğini, şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koyar Foto 12-15. Dikilitaşlar üzerinde betimlenen hayvanlarsa çoğunlukla yılan, tilki, domuz, aslan, boğa, örümcek, akrep, turna ve çeşitli kuşlardır. 15 Hiçbir bitki betimlemesine rastlanmazken, yalnızca bir tane insan betimi vardır ki o da başsız ve penisi ereksiyon halinde gösterilmiştir Foto 13. Bu arada memeli hayvanların da çoğunun erkek olduğunu, belirgin bir şekilde gösterilmiş erkeklik organlarından anlarız. Figürler genellikle hareket halinde ağzı açık, koşar, sıçrar, kanatları açık vb gösterilmiştir ve bir kısmı birbiriyle ilişkiliyken, bir kısmı da dikilitaştaki boşluklara adeta rasgele yapılmıştır. Dikilitaşlar üzerindeki kabartmalar dışında, Göbekli Tepe’de çok sayıda üç boyutlu hayvan ve insan heykeli de ortaya çıkarılmıştır Foto 16-17. Bunlar da yine genellikle hareket halinde gösterilir. Foto 12 Schmidt, K., “Göbekli Tepe”, The Neolithic in Turkey, Vol. 2, Eds Özdoğan, M., Başgelen, N., Kuniholm, P., Archaeology and Art Publications, S. 82, Fig 34 Göbekli Tepe’deki dikilitaşlar ve heykeller -aralarında ufak tefek farklılıklar olsa da- adeta tek bir heykeltıraşın elinden çıkmışçasına bir üslup benzerliğine sahiptir. Ne var ki bu dikilitaş ve heykeller, 2 bin yıla varan bir zaman diliminde, farklı kişilerce yapılmıştır. Bu taşları yontanlar kimdi, bilmiyoruz. Belki Göbekli Tepe’deki yapıların bakımını üstlenen bir takım rahipler/görevliler, belki de yılın belli dönemlerinde burada tören yapmak için bir araya gelen insanlar. Heykeltıraşlık mesleğinin/bilgisinin usta-çırak ilişkisi çerçevesinde yeni kuşaklara aktarıldığı kesindir ki bu üslup 2 bin yıl boyunca korunabilmiştir. Göbekli Tepe’deki yapılar nasıl inşa edildi? Göbekli Tepe’deki yapılar, dikilitaşlar, heykeller bize ne anlatır? Yani tüm bu bulgulardan ne öğreniyoruz? Her şeyden önce bu yapıların nasıl inşa edildiklerini. Göbekli Tepe’deki yapılarda, dikilitaşların ve heykellerin yapımında çoğunlukla kireçtaşı kullanılmıştır. Yerleşmenin yakın çevresinde bulunan kireçtaşı ocakları, işlikleri ve yarım kalmış örnekler, dikilitaş ve heykellerin bu işliklerde kabaca veya tamamen şekillendirildikten sonra yerleşmeye taşındıklarını gösterir. Kireçtaşının sertlik derecesi çok yüksek değildir ve özellikle ıslatıldığında kolay şekillendirilebilir. Kireçtaşına şekil vermek için o dönemde aletlerin yapıldığı temel malzeme olan çakmaktaşı, kemik ve ahşap kullanılmıştır. Bunun yanı sıra, günümüzde unutulmuş ve tespit edilmesi zor bir takım inşa teknikleri kullandıklarını da düşünebiliriz. Yine de kimi 20 ton ağırlığa ulaşan dikilitaşları ve heykelleri yontmak, yontulduğu yerden birkaç km uzağa taşımak ve bunları kullanarak bir yapıyı inşa etmek, önemli bir işgücü gerektirir. Bu işgücü için yüzlerce kişinin, bir koordinasyon içerisinde, uzun süre çalışması gereklidir. 16 Foto 13 Schmidt, K., 2007, Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı. Göbekli Tepe. En Eski Tapınağı Yapanlar, Çev Rüstem Arslan, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, s. 294, Resim 107. Daha önce değinildiği gibi, Göbekli Tepe’deki dikilitaş ve heykeller, yaklaşık 2 bin yıllık bir dönemde, farklı kişilerce yapılmıştır. Ancak tüm bu süre boyunca yapıların, heykellerin ve dikilitaşların üslubunda büyük değişimler görülmez. Bu üslup benzerliği için bilginin sonraki kuşaklara usta-çırak ilişkisi çerçevesinde aktarılması gerekir. Dolayısıyla çok gelişkin olmasa da bir işbölümünden söz edebiliriz. Bütün bu faaliyetlerin planlanması, uygulanması ve organize edilebilmesi için de bir takım kurumlara ve/veya kişilere ihtiyaç vardır. Sosyal ve manevi yaşam Göbekli Tepe’yi ilginç ve önemli kılan özelliklerinden biri de budur. Göbekli Tepe’deki en eski yapıları inşa edenler, göçebe değillerse bile büyük oranda avcı-toplayıcıydılar. O dönemde tarım ve hayvancılık insanoğlunun hayatına girmeye başlamış, ancak henüz tam yerleşmemiştir; avcılık ve toplayıcılık halen en temel besin elde etme yöntemidir. Göbekli Tepe’deki ilk yapılar da bu geçiş aşamasında inşa edilmiştir. Arkeolojik veriler ve antropolojik kayıtlara göre, avcı-toplayıcı ve göçebe topluluklar, sınırlı sayıda bireylerden oluşur. Avlanmak, yiyecek toplamak, rakip grup veya hayvanlarla mücadele etmek için zaman zaman kendi aralarında işbirliğine gitseler bile bu işbirliği kalıcı değildir ve duruma göre sürekli değişkenlik gösterir. Aralarındaki işbölümü ise genellikle sadece cinsiyete kadın-erkek ve yaşa genç-yaşlı dayalıdır. Foto 14 Schmidt, K., “Göbekli Tepe”, The Neolithic in Turkey, Vol. 2, Eds Özdoğan, M., Başgelen, N., Kuniholm, P., Archaeology and Art Publications, S. 65, Fig 9. Bazı bireyler doğuştan gelen bazı özellikleri sayesinde belli konularda örneğin avlanma, şarkı söyleme, resim yapma daha iyi olsalar bile, bu uzmanlıkları onlara topluluk içerisinde daha üstün ya da farklı bir konum sağlamaz. Topluluk içerisinde bazı bireyler yönetici/lider konumuna yükselebilir ancak kaynaklara ulaşmada topluluğun diğer üyelerinden daha fazla hakka sahip olmaz; genel olarak eşitlikçi bir sosyal düzen hâkimdir. Göçebe avcı-toplayıcılar yaşam biçimleri gereğince, kalıcı yapılar inşa edemezler veya buna ihtiyaç duymazlar. 17 Hiyerarşik sosyal düzen, geniş çaplı ve uzun erimli organizasyon, işbölümü vb olguların, insanlık tarihinde çok daha sonraki dönemlerde ortaya çıktığı kabul edilir. Göbekli Tepe’de ve Yakındoğu’da Göbekli Tepe ile çağdaş yerleşmelerde son yıllarda yapılan kazı ve araştırmalarda ulaşılan bulgular, bu kabuller üzerinde yeniden düşünmek gerekliliğini ortaya koymaları açısından önemlidir. Zaten bilimin en temel özelliklerinden biri de budur; her yanıt, yeni sorular doğurur. Göbekli Tepe ve çağdaşı yerleşmelerde rastlanan yapılar, heykeller vb. ortak işgücü gerektiren faaliyetler, bir tür imece usulüyle yapılmışlarsa bile, bu işlerde çalışacak kişilerin, o işi yapmalarını sağlayacak bir takım manevi motivasyonları olmak durumundadır. İşte bu motivasyon boyutunu bizzat o yapılar ile bu yapılardaki kabartma ve heykeller ortaya koyar. Söz konusu yapılar, kabartma ve heykeller, rasgele yapılmış ya da bir araya gelmiş eserler değildir. Her biri, onları yapan insanların inançlarını ve/veya dünya görüşlerini yansıtan bir takım semboller ve hikâyeler barındırır. 18 Foto 15 Schmidt, K., “Göbekli Tepe”, The Neolithic in Turkey, Vol. 2, Eds Özdoğan, M., Başgelen, N., Kuniholm, P., Archaeology and Art Publications, S. 81, Fig 33. Bu sembollerin ne anlama geldiklerini, anlattıkları hikâyeyi maalesef bilmiyoruz ve belki de hiçbir zaman tam olarak öğrenemeyeceğiz. Fakat inanç dediğimiz olgunun genel özelliklerinden faydalanarak, bir takım varsayımlarda bulunabiliriz. Ne var ki bu çok geniş bir konu olduğu için, başka bir yazıyı hak eder. Şunu belirtmek gerekir ki nasıl bizler çıplak halde bir kadın ve erkek çifti ile yanlarında bir yılanın olduğu bir temsil gördüğümüzde Adem-Havva, insanın yaratılışı, cennetten kovulma vb gibi bir hikayeler silsilesi canlanıyorsa aklımızda, Göbekli Tepe’deki yapıların inşasında çalışan ya da oraya ziyarete gelen insanlar da o sembollere baktıkları zaman, akıllarında mutlaka evrenin ve insanın yaratılışı, gökteki cisimlerin manası vb mitolojik hikayeler canlanıyordu. Foto 16 Peters, J. & Schmidt, K., 2004, “Animals in the symbolic world of Pre-Pottery Neolithic Göbekli Tepe, south-eastern Turkey a preliminary assessment”, Anthropozoologica 39 1, s. 204-205, Fig. 24. Göbekli Tepe’nin sonu Göbekli Tepe’yi konu alan yazı, belgesel, haber vb’nin hemen hepsinde Göbekli Tepe’deki yapıların gömüldüğüne vurgu yapılır. Gerçekten de buradaki yapıların gömüldüğüne dair kuvvetli veriler vardır. Yapıların günümüze kadar bu denli sağlam ulaşabilmiş olmalarının bir nedeni de budur. Peki, kim ve neden gömsün bu yapıları? Neolitik Dönem’e ait yerleşmelerin bazılarında, “tapınak”, “kamu binası”, “tören binası” vb özel nitelikli yapıların, kullanıldıktan bir süre sonra içlerinin boşaltılarak temizlendiğine, dam örtüleri alındıktan ve duvarları da belli bir seviyeye kadar yıkıldıktan sonra, temiz olmasına özen gösterilen bir toprakla adeta “gömüldüğüne” dair kuvvetli emareler vardır. 19 Bu uygulama özel nitelikli yapılarda daha yaygın olmakla birlikte, bazı sıradan yapılar da bu şekilde gömülmüştür. Arkeolojide “yapı kültü” denilen bu uygulamada yapılar kişileştirilir ve bir canları/ruhları olduğu kabul edilir. Belli bir süre “yaşadıktan” sonra da artık ömrünü tamamladığına kanaat getirilerek gömülür. Bu uygulamanın örneklerine hem günümüzün bazı “ilkel” toplumlarında hem de tarihi kayıtlarda rastlanır. 20 Günümüzde de örneğin Türkiye’de bir yapının inşaatına başlamadan önce ve inşaat bittikten sonra kurbanlar kesilir; evlere, apartmanlara sanki bir canlıymışçasına isimler verilir. Kuşkusuz bunlarla Neolitik Dönem’in “yapı kültü” arasında benzerlikler aramak yanlış, ama insanlarla “ev”leri arasında, işlevsellik dışında her zaman bir takım simgesel/duygusal ilişkilerin olduğu da bir gerçektir. Foto 17. Göbekli Tepe’deki yapıların da belki bu “yapı kültü” çerçevesinde, belki bambaşka bir nedenle gömüldükleri tahmin edilmektedir. Ancak bu gömme işlemi tek bir seferde olmamıştır muhtemelen. 2 bin yıla varan zaman diliminde yapılar inşa edilmiş, kullanılmış, gömülmüş, aynı yerde veya yakınlarında bu işlem tekrar ettikçe bugün Göbekli dediğimiz tepe oluşmuştur. Foto 18 MÖ 8 bin civarlarında ise son yapılar da gömülerek Göbekli Tepe tamamen terk edilmiştir. Elbette o yapıları inşa edenler, kullananlar ve yarattıkları kültür yok olmadı, aynı bölgede yaşamaya, köyler kurmaya, tapınaklar yapmaya devam ettiler. Hiç kuşkusuz bizler, onların çocuklarıyız. Foto 18 Sonsöz Neolitik Dönem, adeta insanlığın parladığı “an”lardan bir tanesidir. Bu dönemde hayatın tüm alanlarında bir değişim gerçekleşir. Yazı olmadığı için bu parlamanın faili kimlerdi, bilmiyoruz. Bütün yenilikler -kelimenin tam anlamıyla- isimsiz kahramanların ürünüdür. Daha doğrusu tüm o yenilikleri tek bir kişiye ya da gruba atfedemeyiz. Bu yüzden Neolitik Dönem’i bir bölgenin/coğrafyanın parladığı an olarak niteleyebiliriz. Dönemin başlarında avcı-toplayıcı yaşam biçimi ve ona dayalı kültür devam ederken, bir taraftan da insanlar yerleşik yaşama geçmiş, tarıma ve hayvancılığa doğru ilk adımları atıyorlardı. Ancak bu yenilikler henüz tam olarak yerleşmemişti; binyıllardan süzülüp gelen yaşam biçimini bir anda terk etmek mümkün değildir. İşte Göbekli Tepe böyle bir ortamın ürünüdür. Göbekli Tepe’deki en eski yapılar, dönemin başlarında, MÖ 10. binyılda inşa edilir ve burası, söz konusu yenilikler insanoğlunun hayatında iyice yer edene dek, 1500-2000 yıl boyunca kullanılır. Bu yüzden o dönüşüm “an”ını anlamak için önemli yerlerden biridir. Ancak Neolitik Dönem’i ve Göbekli Tepe’yi anlamak, arkeologların ve arkeolojinin tek başına altından kalkabileceği bir iş değildir. Bunun için felsefeden sosyolojiye, antropolojiden teolojiye, birçok disiplinin baş başa vermesi gerekir. Dipnotlar 1 Rushby, K., 2012, “Eastern Turkey’s ancient wonders” Guardian Erişim tarihi 2 Göbekli Tepe – Newsletter 2014, 3 İnsan evrimi konusunda bkz. Özbek, M., 2010, 50 Soruda İnsanın Tarihöncesi Evrimi, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, İstanbul. 4 Arsebük, G., 2014, Geçmişe Doğru Bir Bakış. Fosil İnsanın Gündelik Yaşamından Bazı Kesitler, Ege Yayınları, İstanbul. 5 Dayan, T., 1994, “Early Domesticated Dogs of the Near East”, Journal of Archaeological Science, 21, 633-640. 6 Hayvanların evcilleştirilmesi ve bitkilerin tarıma alınması konusunda daha detaylı bilgi için bkz Diamond, J., 2013 23. basım, Tüfek, Mikrop ve Çelik, Çev Ülker İnce, Tübitak, Ankara, ve sonrası. 7 Çok sık yapılan bir başka hata ise hayvan ve bitkiler için “evcil” ifadesinin kullanımıdır. İngilizce domestic kelimesinin Türkçe karşılığı olan bu ifade hayvanlar için doğru olsa da bitkiler “evcil”leşmezler; dolayısıyla bitkiler için “tarıma almak”, “tarıma alınmış” vb kelimeleri kullanmak daha doğrudur. 8 Akt Sagona, A. & Zimansky, P., 2015, Türkiye’nin En Eski Kültürleri, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 9 Çiftçi yaşamın dünyanın diğer bölgelerinde nasıl ortaya çıktığı ve nasıl yayıldığı da yine netameli bir konudur. Daha detaylı bilgi için Current Anthropology, Volume 52, Supplement 4 The Origins of Agriculture New Data, New Ideas, October 2011 içindeki makale ve tartışmalara bakılabilir. 10 Schmidt, K., 2007, Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı. Göbekli Tepe. En Eski Tapınağı Yapanlar, Çev Rüstem Arslan, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, s. 22. 11 Özdoğan, M., 2007, “Bazı Genellemeler, Öngörüler”, Türkiye’de Neolitik Dönem Ed M. Özdoğan, N. Başgelen, Arkeoloji ve Sanat Yay., İstanbul, 12 Hauptmann, H., 2011, “The Urfa Region”, The Neolithic in Turkey, Vol. 2, Eds Özdoğan, M., Başgelen, N., Kuniholm, P., Archaeology and Art Publications, 85-138. 13 11 Bin Yıllık Nevali Çori Tapınağı, Yeniden Kuruluyor, Erişim tarihi 14 Schmidt, 2007, vd. 15 Peters, J. & Schmidt, K., 2004, “Animals in the symbolic world of Pre-Pottery Neolithic Göbekli Tepe, south-eastern Turkey a preliminary assessment”, Anthropozoologica 39 1, 16 Notroff, J., vd, 2014, “Building Monuments, Creating Communities. Early Monumental Architecture at Pre-Pottery Neolithic Göbekli Tepe”, Approaching Monumentality in Archaeology Ed J. F. Osborne, State University of New York Press, 17 Göçebe avcı-toplayıcı “ilkel toplumlar”la ilgili daha detaylı bilgi için bkz Sahlins, M., 2010, Taş Devri Ekonomisi, Çev T. Doğan, Ş. Özgün BGST Yayınları, İstanbul; Şenel, A., 1995, İlkel Topluluktan Uygar Topluma, Bilim ve Sanat Yay., Ankara. 18 Schmidt, K., 2007, “Göbekli Tepe – Yuvarlak Yapılar ve Kabartmalar”, Yıl Önce Anadolu. İnsanlığın En Eski Anıtları, Yay C. Lichter, Badisches Landesmuseum, Karlsruhe 440-448. 19 Özdoğan, M. & Özdoğan, A., 1998, “Buildings of Cult and The Cult of Buildings”, Karatepe’deki Işık. Halet Çambel’e Sunulan Yazılar, Der G. Arsebük, M. J. Mellink, W. Schirmer, Ege Yayınları, İstanbul, 20 Ülger, S., 2007, Yakındoğu İlk Neolitik Kültürlerinde Yapı Kültü ve Yapıların Gömülme Sorunu, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, vd. Kaynaklar – Arsebük, G., 2014, Geçmişe Doğru Bir Bakış. Fosil İnsanın Gündelik Yaşamından Bazı Kesitler, Ege Yayınları, İstanbul. – Current Anthropology, Volume 52, Supplement 4 The Origins of Agriculture New Data, New Ideas, October 2011. – Dayan, T., 1994, “Early Domesticated Dogs of the Near East”, Journal of Archaeological Science, 21, 633-640. – Diamond, J., 2013 23. basım, Tüfek, Mikrop ve Çelik, Çev Ülker İnce, Tübitak, Ankara. – Göbekli Tepe – Newsletter 2014. – Hauptmann, H., 2011, “The Urfa Region”, The Neolithic in Turkey, Vol. 2, Eds Özdoğan, M., Başgelen, N., Kuniholm, P., Archaeology and Art Publications, 85-138. – Notroff, J., vd, 2014, “Building Monuments, Creating Communities. Early Monumental Architecture at Pre-Pottery Neolithic Göbekli Tepe”, Approaching Monumentality in Archaeology Ed J. F. Osborne, State University of New York Press, s. 83-105. – Özbek, M., 2010, 50 Soruda İnsanın Tarihöncesi Evrimi, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, İstanbul. – Özdoğan, M., 2007, “Bazı Genellemeler, Öngörüler”, Türkiye’de Neolitik Dönem Ed M. Özdoğan, N. Başgelen, Arkeoloji ve Sanat Yay., İstanbul, s. 441-458. – Özdoğan, M. & Özdoğan, A., 1998, “Buildings of Cult and The Cult of Buildings”, Karatepe’deki Işık. Halet Çambel’e Sunulan Yazılar, Der G. Arsebük, M. J. Mellink, W. Schirmer, Ege Yayınları, İstanbul, s. 581-593. – Peters, J. & Schmidt, K., 2004, “Animals in the symbolic world of Pre-Pottery Neolithic Göbekli Tepe, south-eastern Turkey a preliminary assessment”, Anthropozoologica 39 1, s 179-218. – Rushby, K., 2012, “Eastern Turkey’s ancient wonders” Guardian Erişim tarihi – Sahlins, M., 2010, Taş Devri Ekonomisi, Çev T. Doğan, Ş. Özgün BGST Yayınları, İstanbul. – Sagona, A. & Zimansky, P., 2015, Türkiye’nin En Eski Kültürleri, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul. – Schmidt, K., 2007, Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı. Göbekli Tepe. En Eski Tapınağı Yapanlar, Çev Rüstem Arslan, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul. – Schmidt, K., 2007, “Göbekli Tepe – Yuvarlak Yapılar ve Kabartmalar”, Yıl Önce Anadolu. İnsanlığın En Eski Anıtları, Yay C. Lichter, Badisches Landesmuseum, Karlsruhe 440-448. – Şenel, A., 1995, İlkel Topluluktan Uygar Topluma, Bilim ve Sanat Yay., Ankara. – Ülger, S., 2007, Yakındoğu İlk Neolitik Kültürlerinde Yapı Kültü ve Yapıların Gömülme Sorunu, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Dr. Öğr. Üyesi Tulga Albustanlıoğlu Geçmişi günümüzden yaklaşık yıl öncesine kadar uzanan Göbeklitepe Arkeolojik Alanı’nda yapılan kazı çalışmaları hızla devam ediyor. Göbeklitepe uygarlık tarihi ile ilgili bildiklerimizi tamamen değiştirebilir. Şanlıurfa kent merkezine yaklaşık 18 km uzaklıktaki Örencik köyü yakınlarında bulunan Göbeklitepe Arkeolojik Alanı’nda yapılan kazı çalışmaları hızla devam ediyor. Uygarlık tarihi ile ilgili bildiklerimizi tamamen değiştirecek Göbeklitepe’nin geçmişi günümüzden yaklaşık yıl öncesine kadar uzanıyor. Hitit, Lidya, Sümer gibi Mezopotamya uygarlıkları ve Maya uygarlığı Göbeklitepe’den binlerce yıl sonra ortaya çıktı. German Archaeological Institute DAI - Göbeklitepe Arkeolojik Alanı’nın havadan çekilen fotoğrafı Buzul Çağı’nın sona erdiği Paleolitik Çağ’da Eski Taş Çağı olarak isimlendirilir yaşayan insanlar avcılık ve toplayıcılık ile yaşamalarını sürdürüyordu. İnsanların tarım, seramik kaplar, yazı ve tekerlek ile henüz tanışmadığı ve yük hayvanlarının ehlileştirilmediği bu dönemde Göbeklitepe’de bulunan devasa anıtların nasıl yapıldığı hâlâ gizemini koruyor. Çünkü bu anıtları inşa edebilmek için insanların son derece gelişmiş ve sistemli bir şekilde birlikte çalışması ve iş bölümü yapması gerekir. Yani gelişmiş bir toplumsal düzene ihtiyaç duyulur. Göbeklitepe tapınakları Mısır’da bulunan piramitlerden daha küçük olmasına rağmen onlardan 7000 yıl önce yapılmış. Piramitlere benzer şekilde Göbeklitepe’deki anıtların inşa edilmesi için gelişmiş bir organizasyon becerisi gerekiyor. Bugüne kadar bilim insanları genellikle insanların toprağı ekip biçmeyi öğrenmesinin yani tarım sürecinin başlamasının yerleşik hayata geçilmesine ve dini yapılar inşa edilmesine olanak tanıdığını düşünüyordu. Küçük yerleşimler şehirlerin, şehirler ise uygarlıkların ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştu. German Archaeological Institute DAI Göbeklitepe'de bugüne kadar yaklaşık metrekarelik yani yaklaşık olarak 11 futbol sahasını kaplayacak bir alanda kazı çalışmaları yapıldı ve toprak altı görüntüsü elde edildi. Bu çalışmalar sonucunda Göbeklitepe’de daire şeklinde altı tapınak ortaya çıkarıldı. Henüz kazı yapılarak toprak üzerine çıkarılmayan 14 tapınak bulunuyor. Daire şeklindeki anıtsal yapıların çevresi taş duvarlarla örülmüş. Taş duvarların arasına belirli aralıklarla T şeklinde küçük sütunlar yerleştirilmiş. Yapıların ortasında ise yaklaşık 5 metre yüksekliğinde ve 16 ton ağırlığında iki büyük taş sütun yer alıyor. Göbeklitepe’de bulunan sütunların üzerinde yaban hayvanlarının tasvirleri alıyor. Büyük taş sütunların üzerinde kolları ve elleri gösteren kabartmalar yer aldığından T şeklindeki taşlar insanlara benzetiliyor. Göbeklitepe’yi inşa eden insanların yaşadıkları çağın çok ilerisinde mühendislik bilgisinin yanı sıra bu taşları şekillendirebilmek için jeoloji bilgisine de sahip oldukları düşünülüyor. Göbeklitepe’deki kazı ve araştırmaların sonucunda çok sayıda hayvan kemiğine rastlandı. Bu bilgiler Göbeklitepe’de yaşayan insanların avcılık ve toplayıcılık ile uğraştığını kanıtlıyor. Dolayısıyla bu insanların Neolitik ya da Yeni Çağ/Cilalı Taş Devri olarak isimlendirilen tarım sürecinden önceki bir dönemde Göbeklitepe’de yaşadığını söyleyebiliriz. Oysa günümüze kadar kabul gören kurama göre böylesine yapıları inşa edebilmek için insanların yerleşik tarım toplumuna geçmiş olması gerekiyordu. Göbeklitepe’deki tapınakları kullanan insanlar daha sonra bu yapıları gömmüşler. Gömülen tapınakların üzerine daha küçükleri yapılmış. Bu süreçte tapınakların da değişime uğradığı görülüyor. yıl önce yapay bir tepeye höyük dönüşen Göbeklitepe, 1995’te başlayan kazılarla gün yüzüne çıkarıldı. Tapınaklar 1000 yılı aşkın bir süre boyunca bölgedeki kültürel yaşamın merkezinde yer almış, hem dinsel bir merkez hem de fikirlerin paylaşıldığı bir toplanma yeri işlevi görmüş. Günümüzde Göbeklitepe uygarlık tarihinin akışını değiştiren ve gizemini korumaya devam eden dünyanın en önemli arkeolojik alanı olarak dikkat çekiyor. Kaynaklar Schmidt, K., Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı Göbeklitepe - En Eski Tapınağı Yapanlar, Çev. Rüstem Arslan, Arkeoloji Sanat Yayınları, İstanbul, 2018. Albustanlıoğlu, T., “Uygarlık Tarihinin Karakutusu Göbeklitepe” Bütün Dünya Dergisi, Sayı 2017/8, 2017. Collins, A., Göbeklitepe Tanrıların Doğuşu, Çev. Leyla Tonguç Basmacı, Alfa Yayıncılık, İstanbul, 2016. Plegge, J., Turkish Stonehenge Gobekli Tepe, Plegge Enterprises, North Dakota, 2012. Yazar Hakkında Dr. Öğr. Üyesi Tulga Albustanlıoğlu Başkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Zeugma ve Erythrai Kazıları Heyet Üyesi Bilim Genç web sitesinde yayınlanan yazı, haber, video, fotoğraf, çizim ve animasyonların her türlü hakkı TÜBİTAK’a aittir. İzin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi olsa alıntı yapılamaz, kopyalanamaz ve başka yerde yayınlanamaz. Sosyal Bilimler Benzer İçerikler Popüler İçerikler Göktuğ Halis Göbeklitepe ve Tapınak olgusallığı arasındaki paralellikler son dönemlerde, özellikle çalışmaları yönlendiren bilim insanları tarafından temkinli bir biçimde reddedilmeye başlandı. Bu reddiyeye karşın, Göbeklitepe’nin tapınak olgusallığı içinde ele alınması önerisini dile getiren benim gibi araştırmacılar için kavramların doğru biçimde ortaya koyulması zorunluluk olarak doğmuş gözüküyor. Bunun için önce Tapınak kavramının kullanımı ve anlam dağarcığına göz gezdirmeyi öneriyorum. Bu araştırmada disiplinlerin kendine özgün tanımları ve literatüre uygunluğun hesaba katılacağını belirtmek isterim Önce genel tanımdan başlayalım. Türk Dil Kurumu Tapınak’ sözcüğünü ibadet edilen, tapınılan yapı” olarak tanımlıyor. Bugünkü anlamıyla ibadethane ve ibadetgah gibi karşılıkları da bulunuyor.[1] Ancak gündelik kullanımdaki asal değer bir mabet vurgusu içeriyor. Açıkçası “yüce bir varlığa tapınılan” ve bazı diğer dini ritüellerin gerçekleştirildiği bir yapı olarak gözüküyor.[2] Arkeoloji Sözlüğü ise Tapınak sözcüğünü Tanrı Ya da Tanrılar için inşa edilmiş yapı olarak tanımlıyor.[3] Anlaşıldığı kadarıyla bunların en eski örneklerinin üstü açıktı.[4] Bu kaynakta bilinen en eski tapınakların Mezopotamyalılar tarafından inşa edildiği gibi hatalı bir vurgu bulunuyor. Ancak bu arkeolojinin ve belki de bilimciliğin temel handikaplarından biri. Zira bir yapının Tanrı ya da Tanrılar Için yapılmış olduğunu kesinleştirmek için yazı ya da somut kalıntılar gibi kesinlik sunan araçlara ihtiyaç duyuyor. Oysaki bu ihtiyaç olmazsa olmaz değildir. En azından tapınak olgusallığının çözümlenmesine bu kadar yaklaşmışken. Paragrafın hemen başındaki “kutsal alan” vurgusunu derinleştirerek dahi bir sonuca ulaşmak mümkündü. İnsanoğlu için kutsal varlıklara inancın ve dinin, dolayısıyla ritüelin kökenlerini tahmin dahi edemiyoruz. Böylesine eski bir tarih üzerine konuşurken de bilim dışına çıkma tehlikesi yanı başımızda bekliyor. Bu tehlikeye karşın insanın kutsal” algısı ve bu kutsal algısının kalıtlaşmasının sembolü olarak ritüel alanı’nın izlerini sürmek için kimi olanaklara sahibiz. Ancak bu olanaklar bilim insanları tarafından ikincil ya da daha alt düzeyde önemsiz görülmüş olmalı. Kazılarda önemli bir rol üstlenen Dr. Lee Clare Göbeklitepe’nin Tapınak olarak yorumlanışının “problemli” olduğunu vurgulamaktadır.[5] Ek olarak Tapınak olgusallığının eklerini-elbette hatalı biçimde-aktarmaktadır “Bu terim mevcut haliyle Tanrıların ve eğitimli ruhban sınıfının varlığını varsayar. Ayrıca tapınakların bir tür ekonomik güç olarak kullanıldığı anlamına gelir. Bu yorum 10. Ve 9. Bin yıllarında yaşayan Taş Devri toplulukları için tamamen gerçek dışıdır.” Çok daha önemlisi Dr Clare, kendi tanımları ölçüsünde Tapınak olgusallığının Kalkolitik/Bronz Çağı’na kadar ortaya çıkmadığını bildiriyor. Dr. Clare’nin Tapınak tanımı ya da Tapınak için gerekli olan eklere yönelik eğilimi “inanç tarihi” açısından ciddi problemler barındırıyor. İlk olarak “Tanrı-Tanrılar inancı” ya da “eğitimli ruhban sınıfı” ve “ekonomik ilişkinin parçası olarak” Tapınak tanımı sonsal örnekler üzerinden yürütülen bir yargı niteliği taşıyor. Açıkçası bir yapıyı ya da buna benzer nitelikli bir merkezi Tapınak olarak nitelendirebilmek için yukarıda sayılan bağlamlar hiç de zorunlu değil. Öyleyse “Tapınak olgusallığı için gerekli olan iki şeyi aktararak devam edebiliriz - Kutsalın tezahürü-İnsan tarafından algılanan ve dinsel coşkunluk kaynağı olarak gördüğümüz ilksel temas-ile oluşan “kutsal yer” deki öncül deneyimin temsili yenilenmesi. Anlam aktarımı-Coşkunluğun korunması - İlksel deneyimden doğan dini düşüncenin merkezi figürü-insanı aşan coşkunluk deneyiminin yeniden canlandırılması-Ritüel Merkezi. Bu iki maddenin sonul önerisi şudur “Kutsal ile ilişki kurmuş insan tarafından-kutsalı anma-yüceltme ya da kutsal ile kurulan bağın kazanımını sürdürme-devam ettirme adına/ilksel ayinin tekrarlandığıritüel bir merkez inşası. Kutsal Yer olarak doğa unsurunun temsili tekrarı-İnşa sanatı.Burada kastedilen İlk Tapınak’lar olarak doğa unsurları’nın yeniden kurulumu[6] Göbeklitepe kazılarını sürdüren kişilerin karşılaştıkları verileri nasıl yorumlayacakları hususunda kimi belirsizlikler yaşadıklarını gösteren bu ifadelerin devamında daha da sorunlu bir noktaya ulaşıyoruz. Tapınak olarak Göbeklitepe’nin problemli yapısı karşısında bilim insanlarının önerisi “buluşma noktası” olarak Göbeklitepe idi. Dr Clare burayı inşa eden toplayıcı-avcıların yılın hangi döneminde burada buluştukları şeklindeki soruya net bir yanıt veremese de “bu sorunun araştırma sürecinin önemli parçalarından biri olduğunu” vurguluyor. Ancak buradaki esas problem “buluşma” ya da “toplanma” eylemini motive eden gerçekliği-insanları toplanmaya iten sebebin arka planına ilişkin spekülasyondan kaçınmasıydı. İnanç tarihinin ilk ritüellerinden birinin toplanma-buluşma-topluluk oluşturma gibi güveneceğimiz etnolojik veriler bulunuyorken-ticaret ve evlenme-gibi dünyevi hedeflerle buluşmakta olan bir topluluk imgesinin dayanakları zayıftır. Elbette nüfusun böylesine yükseldiği bir dönemde etnolojik çalışmaların muhatabı olan modern ilk insan topluluklarının referans alınamayacağı açık. Ancak buluşmayı yönlendiren motivasyon şayet dini değilse boşluğun çok zor dolacağı da öyle…[7] Tapınak olgusu acaba kutsal yer’ olgusunun evriminden mi doğmuştu? Dinler Tarihi uzmanı Prof. Dr. Ömer Faruk Harman kutsal yer”i, kutsalın tecelli ettiği mekan olarak tanımlamaktadır. Kudüs sözcüğünün etimolojisine ilişkin değerlendirmesinde “kutsal” karşılığını kullanan Prof. Harman[8] Kuran-ı Kerim literatürüne ilişkin değerlendirmesinde -tek-kutsal varlık olarak Allah, “ilahi kelamın” geldiği kişi yani vahyi alan kişi ve vahyin geldiği mekanın kutsallığına değinmektedir. Prof. Harman bu konuşmasında mekanın kutsiyet kazanmasına ilişkin açıklamasının örneği olarak da Musa’nın ayakkabılarını çıkardığı sahneyi örnek gösterir. Şöyle söylüyor Prof. Harman “Musa’ya ilk vahiy geldiğinde, Kur’an Taha süresi, Ayakkabılarını çıkar, çünkü sen Tuva adlı mukaddes vadidesin”[9] Kutsal yer ve tapınak ilişkisinin anlaşılması açısından kritik öneme sahip bu ifadelerinin devamında Prof. Harman “Bakın burası bir ev değil. Dağ, vadide, yamaçta. Ama burası kutsal. Neden? Çünkü burada ilahi hitaba mahzar olduğu için… Demek ki kutsiyetin kaynağı, ilahi kelam, ya da Dinler Tarihi açısından uluhiyetin tecelli ve tezahür ettiği yer, mekan ve zaman kutsaldır.”[10] Kudüs’te Kral Süleyman döneminde inşası tamamlanan Tapınak’ın toplum muhayyilesindeki sabit imgesi açık biçimde kutsal olan ile kurulan bu bağın” devamı, temsili ve tekrarı niteliğiyle mümkün olmuştu. Zira bundan böyle bu topraklardaki herkes Rab ile ilişkisini bu yapı aracılığıyla sağlamaya devam edecektir. Kesin emir bundan böyle Tanrı’ya yakaracak her insanın Tapınak denen statikleşmenin kapılarından içeri girmesini dayatmaktaydı. Kutsal yer-kutsal mekan ile Tapınak arasındaki ilişki kesin çizgilere sahiptir. Bu bağıntıya karşın kutsal aktivitenin merkezi role bürünmesi ve ilksel heyecanların statikleşmesi gibi burada ele alması olanaksız bir inceleme alanına tabidir Göbeklitepe’de Tapınak olgusallığı bizzat Klaus Schmidt tarafından da ele alınmıştı. Kitabını “En Eski Tapınağı Yapanlar” başlığı altında hazırlayan Schmidt buna karşın “literal” bir Tapınak kavramı üzerinde kimi çekincelere sahipti. O da tapınak’ sözcüğünün tartışılabilir niteliğine vurgu yapmıştı. Şöyle söylüyor Schmidt “Tapınak kavramının bütünüyle dini bir yer olma işlevi ile ilgili yönünü bir yana bıraksak bile-alışıldığı üzere-en azından bir bölümü yukarı doğru kapatılmış bir bina için geçerli olduğu gerçektir…” [11] Klaus Schmidt’in bu temkinli yaklaşımı biraz ileride Tapınak’ kavramı için “en azından” bir bölümü yukarı doğru kapatılmış bir bina için kullanımına yönelik vurgusu benzer karmaşanın yaşandığını ve Tapınak’ın asal niteliklerinin yok sayıldığını gösteriyor. Biraz daha ileride bu bulanıklık, kutsal alan” ya da tapınak terimlerinin birbirinin yerine geçecek şekilde kullanımıyla daha da büyümüş izlenimi veriyor. Arkeoloji alanında Tapınak teriminin kullanımı ve anlamı konusunda kalıp yargıların’ bulunduğunu son dönemlerde kamuoyuna yansıyan açıklamalardan anlıyoruz. Anlaşıldığı kadarıyla tapınak’ sözcüğünün anlamı’ kestirilemeyen yapı ya da yapı gruplarını en azından gerçek yapı kimliği anlaşılıncaya kadar ve geçici nitelikte kullanmak gibi yayın ve statik bir kullanım geleneği bulunuyor ve bu özellik bizzat bu bilimi sürdürenlerce rahatsız edici görülüyor. Çok daha vahimi belki tapınak’ sözcüğünün arkeoloji literatüründeki anti-patik tasavvuru, belki de arkeoloji bir kan davasıdır’ sözünü -bağlamından kopmuş da olsa- bizlere yeniden anımsatan bir tavır ile Klaus Schmidt’in tezlerine yönelmiş akıl-dışı bir reddiye tepkisinden hareketle, araştırmacıların kimi bulguları çarpıtma eğilimiydi. Clare, Kinzel, Sönmez ve Uludağ tarafından kaleme alınan “Göbekli Tepe Unesco Dünya Miras Alanı ve Değişen Yaklaşımlar” isimli makalede tapınak’ tanımına ilişkin itirazlar, yine yanı başındaki çok sayıda soru ve bilimci tutuma yakışmayan boşluklarla beklemektedir.[12] Bu makalenin “Değişen Perspektifler” isimli bölümünde dünyanın ilk tapınakları” nitelemesinin Schmidt ve hocası Hauptmann’a kadar geri gittiği vurgusu ile “eskide kalan” yenilenen bulgular çelişkisinin henüz başlangıçta hak etmediği bir güçle ortaya çıkması istenmiş gibi gözüküyor. Göbeklitepe ve tapınak olgusallığı ile ilgili şu yorum dikkate değer “Ancak Göbekli Tepe’nin yalnızca ritüel amaçlı kullanıldığına dair yorumlar özellikle son yıllarda gerçekleştirilen kazıların sonuçları ve daha önceki yıllarda kazılmış alanlara dair kayıtların yeniden değerlendirilmesi sonucunda sorgulanmaya başladı.” Bu heyecanlı ve pek hızlı girişin ardından yazının ritmindeki kayıp ve tartışmanın odağından kopuş dikkat çekiyor. “Taş Devri Tapınakları” teorisinin iki temel argümanı olan domestik faaliyetlere dair verilerin yokluğu ve “ritüel gömülme” ilkelerinin son buluşlarla yıprandığını anlatmaya çalışan yazarlar özellikle ritüel gömülme’ meselesinde neredeyse evlere şenlik bir değerlendirme sunuyor. Klaus Schmidt tarafından açıklanan ve benim de desteklediğim[13] şekilde yapıların içlerinin ölen bir yakının’ gömülmesi şeklinde bir kapatma eyleminin reddedildiği bu makalede Klaus Schmidt’in yapı içlerinin doldurulması sürecini” taşınmış, akmış bir dolgunun dolması gibi bir olay yerine “ritüel senaryosu ile açıklamayı tercih ettiği vurgulanıyor. “Tercih etme” ve senaryo gibi küçümseyici ifadelere takılmadan ilerleyebilirsek bilimcilikle pek bağdaşmayan’ şu sonuca ulaşıyoruz “Fakat şimdi, bahsi geçen olasılık daha dikkatli bir yeniden değerlendirmeyi gerektiriyor. Yakın çevredeki yamaçlardan buraya toprak ve malzeme akması nihayetinde yapı içlerinin dolması, yapılarının kullanım ömrü sürecinde birden fazla kez yaşanan doğa olayları ile ilişkili olabilir…” İlk madde ise bu kadar bayağı biçimde kenara itilmiyor makalede. Yazarlar burada domestik faaliyetlere dair verilerin yokluğu meselesinde Schmidt’e yüklenmeye devam ediyor.[14] Schmidt domestik bir yerleşimin varlığına dair gerçekçi bir gösterge tespit edememişti zira burada kalıcı bir yerleşim olma olasılığını en yakın su kaynağının kilometrelerce uzakta olmasına bağlamıştı. Ancak kuzeybatı çukurunda gerçekleştirilen bir sondajda açığa çıkarılan kalıntılar büyük olasılıkla domestik faaliyetleri işaret etmektedir.[15] Diğer taraftan son dönemlere ait bulgular su ihtiyacının giderilmesine olanak tanıyan hatırı sayılır mimari kalıntılara işaret etmişti. Özellikle kuzeybatı çukurda yer alan büyük ve derin çukur yapı, yağmur suyunun depolanması ile ilgili bir faaliyeti çağrıştırıyordu. Benzer nitelikte bir kaç bulgu daha bulunmuştu. Aslında Klaus Schmidt bu bulgulardan Tapınak’ fikrini destekleyen veriler olarak faydalanmıştı. Ancak bu teoriyi söz konusu iki ilke üzerine kurmamış olmalı. Klaus Schmidt’in temel vurgusu “ritüel” merkez olarak Göbeklitepe idi ve bu doğrultuda da çok sayıda argüman oluşturmuştu. Onun ritüellerle ilgili incelemelerini hemen aşağıda inceleyeceğim. Ancak hemen öncesinde Tapınak kavramını Göbeklitepe için rahatlıkla kullanan bir diğer otorite olarak Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’dan faydalanmalıyım. Prof. Özdoğan isminin esas önemi alanında uzman olması bir tarafa kavramların “ilişkili disiplinler”deki karşılığına etkileyici biçimde hakim olması. Kişisel yazışmalarımızdan birinde[16] kutsal yer” ile “kült yapıları” Tapınak’lardan ayrı biçimde ele aldığını dile getirmişti. Prof. Özdoğan’ın başarılı analizinde kült alan-mekan inanç ile ilgili herhangi bir törenin ya da uygulamanın yapıldığı yer olarak tarif edilmişti.[17] Bu durumda Tapınak nedir? Prof. Özdoğan’ın tapınak tanımı “bu amaç için” inşa edilmiş tanımlı ölçülere uygun” yerler şeklindeydi. Plan tipinin asal olarak öne çıktığı bu analizde Göbeklitepe’nin de içinde bulunduğu geniş bir alanda[18] benzer yapı özellikleri öne çıkıyordu “Yere gömülmüş, duvarlar paye ve nişlerle bölünmüştür. Taban sıvı geçirmeyecek, dikilitaşlar, duvar boyaları ve sekiler.” Daha Batı’da örneğin Çatalhöyük’te Tapınak’ın bulunmadığı ancak zamanla içinde kutsal işlev kazanıp değişebildiği gibi kritik bir bilgiyi bize aktaran Prof. Dr. Özdoğan “Göbeklitepe kültürüne ait kült yapıları da bu anlamda bir Tapınak’tır…” ifadelerini kullanıyor. Tüm bunlardan şu anlaşılmalı Kutsal yerlerden farklı olarak bu alanlar şekillendirilmiş ve kutsal olanla bağ kurmaya olanak tanıyacak şekilde ve bir plan ölçüsünde dizayn edilmiştir. Bu tanım ise mağara’ların ilksel Tapınaklar olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği şeklinde bir diğer tartışmalara göndermeler taşımaktadır. Özellikle Urfa’da düzenlenen Medeniyetler Beşiği Mezopotamya Sempozyumu’na katılan akademisyenlerle ilk Tapınak olarak Göbeklitepe’ sloganına karşı sunduğum itirazların ana dayanağı da mağaraların “tapınak” olarak görülmesi yönündeki ısrarımdı. Bir diğer yazışmamızda Prof. Mehmet Özdoğan da Tanımlı Tapınak’ kavramının 36 bin yıllık olduğunu belirtmiş ve şu ifadeleri kullanmıştı “Kiminde basit ritüeller olarak, kimide de çok tanımlı sutsal alanlar, seçkin sanatkarların betimleri ile yapılmış yerler gibi…” Ancak bu tartışmayı burada sonlandırmayı düşünüyorum. Bundan sonra Göbeklitepe’de bir ritüel-inançla ilgili bir uygulama ve tekrarları-aradığımız açık. Zira bu olgu Tapınak’ olgusallığı ile Göbeklitepe arasındaki bağı kuracak ve elbette utangaç akademisyenlerin çekingenliğini giderecektir Prof. Schmidt Göbeklitepe’nin “kült merkezi” olarak rolüne ısrarlı bir vurgu yapmıştı. Temkinliği ve doyurucu açıklamaları içinde “Ölüler Kültü” ile kurduğu bağlantı dikkate değerdi. Bölgede dikkati çeken ilk unsur ilk Neolitik yerleşkelerde yer alan unsurlardan birine rastlanmamasıydı. “Kadını betimleyen resimler ve kilden yapılmış figürinler”. Bu bulguların noksanlığı ince bir akıl yürütme ile Schmidt’i belirgin bir noktaya doğru sürükledi “Şayet kadın bereketin sembolü ve yaşam ile ilişkili yan anlamları taşıyor ise, onun yokluğu yaşamın yokluğudur. Bir diğer deyişle “ölüm”. Belki de bu Göbeklitepe” ile ölüler kültü arasındaki bağıntının kurulmasına olanak tanımıştır.[19] Biraz daha ileride tüm belirsizliklere karşın Schmidt’in elverişli tarihsel’ örneklerden hareketle hiç de azımsanamayacak bir fikir inşa ettiğini görürüz. Batı’da yaygın olmayan bir ölü gömme yöntemlerinden birine İran’da ulaşmıştı.dakhmah ismi verilen bu tip mezarlarda ölen kişinin gökyüzünün altına-doğrudan kayalara bırakılması yöntemi uygulanmaktaydı. Bunu Güneşe Gömme olarak isimlendiren Schmidt böylece, şu sonuca ulaşır “Dakhmahlar su ve bitkinin olmadığı yüksek yerlere yapılır… Özellikle leş yiyici kuşlar ve rüzgar ve diğer hava koşulları ölünün çabuk çürüyen bölümlerinin ortadan kaldırılmasını üstlenir. Geriye kalan kemikler ise kayaya oyulmuş çukurlara ya da astodan denilen taş sandukalara konur…”[20] Kemiklerin ve kafataslarının kutsallığı, ağaçlara asılması ve çürüyen kısımların ayrılmasının ardından kavim tarafından toplanmaya başlaması meselesini “Simgebilim Perspektifinden Göbeklitepe Tapınakları” kitabımda incelediğim için tekrarlamayacağım.[21] Ancak Göbeklitepe’nin “ritüel” amaçlı kullanımı ve Tapınak niteliğinin doğrulanması açısından önem taşıyan bir diğer incelemenin daha analiz edilmesi gerekiyor. Göbeklitepe’de ele geçirilen ve insan kafataslarına ait olduğu anlaşılan kemik parçaları üzerindeki çalışmalar 2009 yılında antropolog Dr. Julia Gresky tarafından değerlendirilmeye alındı. Gresky çalışmalarını 2018 yılında tamamladı[22] Bu araştırmanın sonuçları dikkate değerdir. Makaleden anlaşıldığı kadarıyla insan mezarlarının bulunmadığı Göbeklitepe’de çok sayıda parçalanmış insan kemiği bulunmuştu. Toplam 3 kafatasında ait parçalar üzerinde modifikasyonların saptandığına işaret eden makalede, benzerlerine farklı kazı alanlarında da ulaşılan ve sahibine “mistik itibar” bağışlayan renklendirmelerle ilişiklik sağlanmıştı. Öncelikli olarak Göbeklitepe”de bu zamana dek bilinmeyen bir kafatası modifikasyonu-değişimleri belirlendi. Makaleye göre oyulmuş kafataslarının bulunduğu ilk bölge olarak Göbeklitepede oyuklar sagital yönelimli olarak tanımlanmakyadı. Yani alın boyunca geçen çoklu kesim faaliyetleri kafatasının arkasına kadar uzanıyordu. Özel analiz yöntemleri de oyma ve kesme işlemlerinin litik aletler kullanılarak gerçekleştiğini doğrulamaktaydı. Makalede Göbeklitepe’de bir kafatası kültü’ uygunluğu için kriter sınaması da sunuluyor. Arkeoloji literatüründe kafatası kültü - İnsan kafataslarının kasıtlı motifikasyonu - Seçilmiş bağlamlar ile toplanması ve biriktirilmeleri şeklindeki tanıma bağlı kalmıştı. Ancak Göbeklitepe bu ilkeler itibarıyla kimi noksanlıklar içeriyor. Bu sebeple kafatası kültü için iki veri asal alınmıştı - Dini bir bağlam - Kafatasları üzerinde iyileştirme-düzenleme ve çoklu kafataslarında tekrar eden uygulamalar. Makalede Göbeklitepe”nin bir ritüel merkez olarak görülmesi fikri tekrarlanıyor. Bu hususta da monolitik T şekilli kireçtaşı direkler, kabartmalar, heykeller ve yerel bölgenin belirgin konumunda yer alması gibi unsurlar destekleyici veriler olarak sunulmuştu. Göbeklitepe ile kafatası kültü arasındaki bağıntı elde edilen heykeller aracılığıyla da güçlenmişti. D Tapınağı’Ndaki başsız insan figürü, kafası kopmuş insan heykeli ve “hediye taşıyıcısı” olarak isimlendirilen ve elinde insan kafasını taşıyan diz çökmüş bir figür bu bağıntıları güçlendirmektedir. Kafatası bulguları eksik de olsa kimi sonuçlar sergilenme ihtimalini gündeme getirdi. Özellikle 1 numaralı kafatası parçalarındaki sarı izin yerleştirilmesi nesnenin özel önemini vurgulamaktaydı. Kafatası ayrıca sol paryetalde delinmiş bir delik taşıyordu ki bu da kafatasının dik biçimde asılabilmesi ve askıya alındığında öne doğru bakabilmesine olanak tanıyacak şekilde tasarlanmıştı. [23] Tüm bunlar ne anlama geliyor? Göbeklitepe’nin bir ritüel merkezi olarak niteliği bu çalışmalar ile öncelikli olarak güçlenmiştir. Kafatası kültü açık biçimde bağlantı taşıdığı “atalar kültü-ölüler tapınımı” olgusallığıyla bağlantısını daha önce vurgulama olanağı bulmuştum. [24] Julia Gresky’nin makalesinde de paralel sonuçlara ulaşıldı. Kafatasları atalara ait kafataslarının biriktirilmesi ya da düşmanların sergilenmesi gayesiyle yapılmış olabilir. Bu iki tipteki uygulamada amaç negatif ve pozitif cenaze sanatı olarak değerlendirilebilir. Bu kafatasları ölüm sonrası muameleleri gösteriyor ve toplum için özel statü taşıyan kişilerin kafataslarına uygulanan işlemleri açığa seriyordu. Olumlu cenaze sanatında toplumlar için özel anlam taşıyan önemli kişilerin anılması ve bir tür güç aktivitesi yaratma, olumsuz cenaze sanatında da yine bir güç transferi, prestij ya da düşmanın ruhunun intikam amaçlı geri dönüşlerini engellemeye yönelik girişimle karşı karşıya kalabiliriz. Göbeklitepe özelindeki bu uygulamada da kafatasının bir kordon ile asılması gibi bir işlemle karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Kafatası kültü, cenaze sanatı ve ölülerin gömülmesi gibi olgular yaşayanların kutsal varlıklarla ilişki kurma ve bu ilişkiyi sürdürme adına “kutsal bir merkez” olarak Göbeklitepe”nin şekillenişindeki kuşkuların ana verilerini oluşturdu. Uzmanların gündelik kısır çatışmalar içindeki halleri bir tarafa bırakılırsa dinler tarihinin “kafatası” kültünden “verimlilik” kaygısına, buradan “ata tapınımı” ve sonrasında da “kaya” ve “dağ” gibi doğal unsur sembolizmine uzanan kesintisiz ritmini hissetmemek neredeyse olanaksız. Bundan sonrası ise ROUX’un değindiği gibi “bir ölüden” bir Ata yaratma ilişkisinin kaçınılmazcasına uzandığı kurban ritüeli ile ilişki kurmaktan ibaret Bu konuya yeterince değindiğim için yinelemeyeceğim. Ancak çok yakın zamanlı buluşların “kurban” ritüeli ile ilgili kesin kanıtlara ulaşacağına dair inancımı yinelemeliyim. [1] [3] TEKÇAM, Tamay. Arkeoloji Sözlüğü, s. 218 ALFA. Kasım 2007. [4] Açık hava tapınakları bkz. TEKÇAM, s. 218. [6] Kutsal dağ temasının tekrarı olarak Zigurratlar, Mısır’ın ilksel tepeciğinin temsili olarak Piramitler, ana rahminin temsili ve mezar eğretilemesi olarak mağaralar vb… [7] Toplanma ve buluşmanın ritüel değeri üzerine Modern Tek Tanrılı Dinler ve mabet algısı açık bir paralellik sunuyor. I. Süleyman Tapınağı’nın buluşma ve toplanma niteliği Kitab-ı Mukaddes’in sayfalarında açıkça izlenebiliyor. Yine “cemaat” olarak Kilise ve Allah’a ibadet için toplantı çağrısının karşılığı olarak cami benzer bir anlam dağarcığında yer almaktadır. [8] Fatih Altaylı’nın Teke Tek programındaki bu ifadelere ıncı dakikadan sonra ulaşmak mümkün. Daha geniş izlenim için. [11] Alıntı için bkz . SCHMIDT, Klaus. Göbekli Tepe-En Eski Tapınağı Yapanlar, s. 14. Arkeoloji ve Sanat, İstanbul 2014 [13] Bu konudaki açıklamalarım için bkz. Simgebilim Perspektifinden Göbeklitepe Tapınakları s. 114. Ozan. 2016. [14] Örneğin bkz “Platonun batı yamacında keşfedilip belgelenen platodan yağmur suyunun tahliye olduğu ana güzergah üzerinde kayaya oyulmuş sarnıçlar ve ilişkin kanalları varlığı da onu bu düşüncenin aksini düşünmeye yönlendirmemişti…” [15] Bunlar doğal kireçtaş plato üzerine inşa edilmiş oval planlı yapı gurubunu oluşturuyordu. Kuzey Suriye’de Fırat kenarında yer alan çanak çömleksiz neolitik dönem yerleşmesi Jerf el Ahmar’da kilere benziyordu. [16] Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, ile “Simgebilim Perspektifinden Göbeklitepe Tapınakları” kitabımın yazım sürecinden bu yana aralıklarla da olsa yazışmalarımız devam ediyor. Bu yazışmalar sırasında öylesine önemli şeyler söylemektedir ki bir kısmını yalnızca bilgiyi yayma amacıyla kullanma girişiminden dolayı affına sığınıyorum. [17] Doğrudan alıntılıyorum “Bu bir yatır, kutsal ağaç ya da o amaç ile kullanılan bir mekan olabilir…” [18] Çayönü, Güsir, Hallan Çemi, Nevali Çori ve Tel Qaramel vs. [19] Ayrıntı için bkz. SCHMIDT, s. 123 ve sonrası. [20] Alıntı için bkz. SCHMIDT s. 133 ve sonrası. [21] Ayrıca Göbeklitepe ile Altay Türkleri’ndeki uygulamalar, gömme, sergileme ve vahşi hayvanlara bırakma gibi karşılaştırmalar için ROUX Jean Paul. Altay Türklerinde Ölüm s. 217 ve sonrası. Kabalcı Kasım 1999 İstanbul. [23] varolan alternatif bir delik de dekoratif amaçlı ya da maske giydirme işlevi olarak duyurulmuştu. Tarih Ders Kitabı Cevapları Son Güncelleme 28 Ocak 2022 0 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları 2. Ünite 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları başlıklı bu yazımızda 9. sınıf tarih ders kitabındaki 2. ünitenin içinde yer alan tüm soruların cevaplarını hazırladık. 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları 2. Ünite yazımızda aşağıdaki bölümlerde yer alan soruların cevaplarını hazırladık; 2. ÜNİTE BAŞINDA “Hazırlanalım” bölümünde yer alan soruları yanıtladık ve “Kavramlar” bölümündeki kavramları açıkladık. 2. ÜNİTE İÇİNDE “Tartışalım”, “Cevaplayalım”, “Yorumlayalım”, “Araştıralım” bölümlerindeki soruları yanıtladık. 2. ÜNİTE SONUNDA “Ölçme ve Değerlendirme” bölümündeki tüm soruları yanıtladık. Ders Tarih Ekibi tarafından hazırlanan 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları 2. Ünite hakkında eklemek istediklerinizi yorum bölümünü kullanarak bize iletebilirsiz. Bu Yazının İçindeki Başlıklar 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı 2. Ünite CevaplarıKavramlar Bölümü SorularıKonar-Göçer Nedir?Efsane Nedir?Tablet Nedir?Site Nedir?Karum Nedir?Kolonicilik Nedir?Aristokrasi Nedir?Tiranlık Nedir?Hazırlanalım Bölümü SorularıMedeniyetlerin Ortaya Çıkmasında Coğrafyanın Etkileri Nelerdir?Yaşadığınız Bölgeye En Yakın Tarih Öncesi Döneme Ait Yerleşim Yerleri Nerelerdir?Yaşanılan Coğrafyanın Ekonomik Faaliyetlere Etkisi Nelerdir?Konu İçindeki SorularYazıdan Önceki Dönemlerde İnsanlığa Ait Yaşam İzleri Neler Olabilir?Tarımın Başlamasıyla İnsan Hayatında Ne Gibi Değişiklikler Yaşanmıştır?Yazıdan Önceki Dönemde Çatalhöyük’te Yaşayan İnsanların Faaliyetleri Hakkında Neler Söylenebilir?Medeniyet Tanımında Yer Alan Milletlerarası Ortak Değerler Neler Olabilir?Türkiye’deki Tarihi, Arkeolojik ve Coğrafi Mekanlardan Hangileri “UNESCO Dünya Mirası” Listesinde Yer Almaktadır?Göbeklitepe, Çatalhöyük ve Çayönü Merkezlerinin İnsanlık Tarihine Etkileri Nelerdir?Destanların Kültürel Hayattaki Önemi Nedir?Ateşin Kullanılmasının İnsan Hayatına Etkileri Nelerdir?Yazının İnsan Hayatındaki Önemi ile İlgili Neler Söylenebilir?Sümerlerin Yazıyı İcat Etmesi İnsanlık Tarihinde Ne Gibi Değişikliklere Neden Olmuştur?Yazının ve Yazı Araçlarının Gelişimine Hangi Milletler Katkı Sağlamıştır?Geçmişten Günümüze İnsanın Günlük Yaşamını Kolaylaştıran Gelişmeler Nelerdir?Konar-göçerler ile Yerleşik Toplumların Karşılıklı İlişkileri Hakkında Neler Söylenebilir?Günümüzde Siyasi Nedenlerle Yaşanan Göçlere Örnekler Birlikte Yaşama Gereksinimleri Hangi Kurumları Mecburi Hale Getirmiştir?Günümüzde Kabile Anlayışına Sahip Topluluklar Hangi Bölgelerde Yaşamaktadır?Türk Töresinin Siyasi ve Sosyal Hayata Etkileri Nelerdir?Türk Töresinde Hırsızlık, Cinayet ve Ordudan Kaçma Suçlarının Cezası Nedir?Urkagina ve Hammurabi Kanunları’nın Meşruiyet Kaynakları Nelerdir?Ölçme ve Değerlendirme Bölümü SorularıMeşruiyet Nedir?Monarşi Nedir?Aristokrasi Nedir?Mezopotamya Neresidir?Eflatun’un Yazı Teknolojisini İnsan Belleği İçin Bir Tehdit Olarak Görmesinin Sebepleri Neler Olabilir?Konar-Göçerlerin Askeri Alanda Üstün Olmalarını Sağlayan Özellikler Nelerdir?Yazıdan Önceki Dönemde İnsanın Hayat Tarzını Etkileyen Unsurlar Nelerdir?Hammurabi Kanunları’nın Genel Özellikleri Nelerdir?Mısırlıların Dini İnançlarının Tıp ve Mimariye Olan Etkileri Nelerdir?İlk Çağ’ın Tüccar Toplulukları Hangileridir?Tarih Öncesi Döneme Ait Çatalhöyük’te Yapılan Arkeolojik Kazıların Amaçları Nelerdir?Yukarı Mezopotamya’nın Bereketli Hilal Olarak Gösterilmesinin Nedenleri Neler Olabilir?Göbeklitepe’nin Daha Sonra İnşa Edilen Tapınaklara Etkisi Nedir?Göbeklitepe’nin Bir Gözlemevi Olabileceğinin Kanıtları Neler Olabilir?Günümüzde Türkiye’ye Katkı Sağlayan Diğer Tarihî Yapıtlar Hangileridir? 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı 2. Ünite Cevapları 9. sınıf tarih ders kitabının ikinci ünitesi olan İnsanlığın İlk Dönemleri, altı kazanımdan oluşmaktadır. Aşağıda bu altı kazanıma yönelik soruların cevapları bulunmaktadır. Kavramlar Bölümü Soruları 9. sınıf tarih ders kitabının ikinci ünitesi olan İnsanlığın İlk Dönemleri ünitesinin Kavramlar bölümünde yer alan 8 kavramı yanıtladık. Konar-Göçer Nedir? Konar-göçerlik günümüzdeki gibi yerleşik hayat sürmeyen, bir yerden bir yere göç ederek yani göçebe olarak hayatlarını devam ettiren insanların yaşam stiline verilen addır. Özellikle tarımsal faaliyetlerle yaşamlarını sürdürmeyen topluluklar yani avcı ve toplayıcı olan toplulukların yaşam stilidir. Eski konar-göçer topluluklardan bazıları da Orta Asya’daki eski Türk devletleridir. Efsane Nedir? Çok eski zamanlardan beri söylenen bir halk anlatısıdır. İçinde olağanüstü unsurlar içerebilirler. Aynı zamanda sözlü kaynaklardan biridirler. Sözlü oldukları için de bir nesilden başka bir nesile aktarılarak yaşarlar. Bu sebeple de farklı kültürlerden etkilenebilir ya da başka sözlü kaynakları etkileyebilirler. Tablet Nedir? Tablet, Sümerler gibi eski uygarlıklarda kullanılmış ve üzerinde genellikle çivi yazısı ve hiyeroglif gibi piktografik yazılar bulunduran kurutulmuş kildir. Aynı zamanda yazılı kaynaklardan biridirler. İlk kil tablet örnekleri tapınakların muhasebe kayıtları için kullanılmıştır. Yani bildiğimiz ilk kil tabletlerde tapınaklara ne mal verildiği ve ne zaman verildiği gibi şeyler yazar. Site Nedir? Site adı Sümer Medeniyetinin kurduğu şehir devletlerine verdiği isimdir. Sümerler şehir devletlerine “site” derken İyonlar “polis”, Mısırlılar ise “nom” demiştir. Bu şehir devletlerini kabile organizasyonları ve köyler gibi daha küçük topluluklar zamanla oluşturmuştur. Bu şehir devletleri imparatorluklar oluştuktan sonra bile yaşamaya devam edebilmişlerdir. Karum Nedir? Karum, eski zamanlarda Anadolu’da kurulmuş ticaret kolonileridir. Asurlular tarafından kurulmuştur ve aslında onların dilinde rıhtım ve liman gibi anlamlara karşılık gelir. Asurlular bu Karumları ticaret yönünden gelişmek için kurmuş olabilir. Anadolu’da kurulmuş ilk karum, Kayseri ilinde yer alan Kaniş karumudur. Kolonicilik Nedir? Bir medeniyetin kendi ana vatanının sınırları dışındaki toprakları ya da ülkeleri kontrol etmesi ya da kontrol etmek istemesi fikrine kolonicilik denir. Medeniyetler bir çok sebepten dolayı kolonicilik yapmak isteyebilir. Bu sebeplerin başında başka uygarlıklara üstünlük sağlamak ve anavatanında eksik olan hammaddeleri karşılamak gelir. Aristokrasi Nedir? Yunanca aristokratia kelimesinden gelen aristokrasi sözü devletin aristokratlar tarafından yönetilmesine verilen addır. Bu devlet sisteminde ekonomik güç, siyasi güç, toplumsal güç ve benzeri güçler soyluların yani aristokratların elindedir. Bu devlet biçimi ilk olarak Antik Yunan’da oluşmuş ve Atina devletinde uygulanmıştır. Tiranlık Nedir? Tiranlık, tiranın yönettiği yönetim biçimidir. Tiranlar Yunan Medeniyeti içerisinde halka ve aristokratlara güç kullanmış ve yönetimi kendi elleri altına almış kişilerdir. Tiranlık yönetimi, Tiran Peisistrato’nun oğullarının kötü iş yapması ve aristokratlar tarafından bu iki oğulun öldürülmesi sonucunda sona ermiştir. Hazırlanalım Bölümü Soruları 9. sınıf tarih ders kitabının ikinci ünitesi olan İnsanlığın İlk Dönemleri ünitesinin Hazırlanalım bölümünde yer alan 3 soruyu yanıtladık. Medeniyetlerin Ortaya Çıkmasında Coğrafyanın Etkileri Nelerdir? İlk uygarlıklar genelde avlanılabilen hayvanların yoğun olduğu ve/veya suya yakın yerlere kurulmuştur. Mesela Mısır uygarlığı Nil Nehri’nin yakınlarına, Sümerler Fırat ve Dicle’nin arasına ve çevresine kurulmuştur vb. Bu durumda uygarlıkların genel olarak kaynaklara yakın yerlere kurulmuştur diyebiliriz. İleriki zamanlarda ticaret gibi kavramlar geliştikten sonra sadece belirli kaynakları pazarlayarak diğer kaynaklara ulaşılabildiğinden bu etken bir zorunluluk olmaktan çıkmıştır, mesela bir su kaynağına erişimi olmayan bir ülke madenlerini satarak ticaret yoluyla su satın alabilir. Ticari yönden oldukça basit gibi görünüyor ama işin içine politika da girdiğinde durumlar biraz karışıyor. Çünkü bazı ülkeler bu suyunun bulunmaması zaafını kullanarak onlara suyu çok pahalıya pazarlayabiliyor, başka ülkelerin daha ucuza satmasına karşın diplomatik gücünü kullanabiliyor. Yani konunun biraz dışına çıkmış olacak ama ek bir yorum olarak bir ülkenin doğal kaynakları dışa bağımlılığını azaltır diyebiliriz. Yaşadığınız Bölgeye En Yakın Tarih Öncesi Döneme Ait Yerleşim Yerleri Nerelerdir? Çayönü Çayönü Höyüğü, diğer adıyla Çayönü Tepesi, Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde, Dicle Nehri’nin yanında yer almaktadır. Çayönü Höyüğü neolitik devrin izlerini taşımaktadır. Bu devir göçebe hayattan yerleşir hayata geçmesi ve avcılıktan tüketicilik üreticiliğe geçmesi ile öne çıkar. 1963 yılında “Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi Araştırmaları” sırasında tespit edilmiştir. Buradaki ilk kazılar Prof. Dr. Robert J. Braidwood ve Dr. Halet Çambel tarafından yapılmıştır. 1964 yılında başlayan arkeolojik çalışmalara; 1991 yılında ara verilmiş, 2015 yılında ise devam etmiştir. Bu arkeolojik çalışmalar şu anda da 29 kişilik bir ekip tarafından devam etmektedir Hallan Çemi Höyüğü Hallan Çemi Höyüğü, diğer adıyla Harran Çemi Tepesi, Batman’ın Kozluk ilçesinde bulunan Kale Tepe köyünde ve Batman Çayının yanında bulunmaktadır. Hallan Çemi Höyüğü de Çayönü Höyüğü gibi neolitik dönemden izler taşımaktadır. yıllık bir tarihe sahip olan Hallan Çemi Höyüğü, insanlığın göçebe hayattan yerleşik hayata geçiş yaptığı ilk yerlerdendir. Arkeolojik kazılar sonucunda elde edilen sonuçlara göre, buranın milattan önce 11 bininci yılın sonlarında yerleşime başlandığını göstermektedir. Hallan Çemi, Güneydoğu Anadolu bölgesinin en eski yerleşim yerlerinin başında gelmektedir. Yapılan kazılar sonucu insanların bu höyükte ilk defa tarımla uğraşmaya başladıkları ve yabani tohum ekerek mercimek ve bezelye elde ettikleri tespit edilmiştir. Norşuntepe Norşuntepe Höyüğü, Elazığ ilinin Alişam Köyü’nde bulunmaktadır. Bu höyük diğer yerleşim yerleriyle kıyaslandığında daha yüksekte yer almaktaydı. 35 metre yüksekliğinde ve 500×300 metre genişliğinde olan Norşuntepe Höyüğü’ nün bu yükseklikte olması çok uzun zamanlardan beri bir yerleşim yeri olduğunu göstermekteydi. Norşuntepe Höyüğündeki yerleşim Kalkolitik çağdan Orta Çağ’a kadar devam etmiştir. Norşuntepe Höyüğü Altınova’da yer almaktadır. Bu ova Heringet Çayı ile birleşen Karasu Nehri ile sulanır. Çevresinde Bingöl Dağı ve Mastar Dağı bulunan Altınova, oldukça verimli bir ovadır. Fakat Norşuntepe Höyüğü gibi Altınova ovasının da büyük bir kısmı da şu anda sular altındadır. Yapılan kazılarla beraber Norşuntepe Höyüğü’ nün özellikle Hitit İmparatorluğu döneminden birçok iz taşıdığı görülmüştür. Yaşanılan Coğrafyanın Ekonomik Faaliyetlere Etkisi Nelerdir? Konar göçer toplumlardan biri Türklerdi. İslamiyetle tanışmadan önceki yani Orta Asya’da yaşayan Türkler, “nomad” yani göçebe olarak yaşamlarını sürdürmekteydiler. Bozkır coğrafyasında yaşayan Orta Asya Türklerinin en temek ekonomik faaliyeti hayvancılıktı. Hayvancılığın yanında diğer ekonomik faaliyetleri ise ganimet ve hazine toplamak, vergi toplamak, ziraat, avcılık yapmak, endüstri ve el sanatlarıyla ticaret yapmaktı. Orta Asya’da iklim şartları ve çağın şartları üzerine konar-göçer Türk halkı barınma, giyinme ve yiyecek gibi temel ihtiyaçlarını kendi kaynaklarından sağlamışlardır. Orta Asya Türklerinin hayvancılık alanında en çok ekonomik getirisi en fazla olan hayvanlar at ve koyundu. Diğer hayvanlar ise deve, keçi ve sığır olmuştur. Hayvancılığın yanında avcılık da yaparak samur, kunduz, sincap, tilki, kaplan, panter, pars gibi hayvanların değerli kürklerini de ticaret için veya kendileri için kullanırlardı. Türkler arasında yapılan ticaret, değiş-tokuş şeklinde yapılırdı. Bazen de karşılaştıkları tüccarlarla ticaret yaparlardı. Orta Asya Türk devletlerinin diğer büyük bir geliri ise vergiydi. Çin Devleti ile genellikle savaşa girerlerdi ve galip gelince işgal etmek yerine vergi bağlarlardı. Böylece bir ekonomik kaynak sağlarlardı. Yerleşik toplumların en temel ekonomik kaynakları tarım ve hayvancılıktı. Tarıma elverişli olan bölgeye ekim yapılırdı. Bölgeye ekilen yiyeceklerle ticaret yapılırdı veya toplumca tüketilirdi. Konar göçer toplumlarında yiyecek olan temel ihtiyaçlarını karşılayacak olan tarım faaliyet yoktu ve bu yüzden aslında tarım yapamayan toplumlar belirli ve belirsiz bir coğrafyada dolaşarak hayatlarını başka ekonomik faaliyetler yaparak sürdürüyorlardı. Tarım yapılan alana barınacak evler yapılırdı ve böylece toplum, o bölgeye yerleşirdi. Yerleşen toplum bölgenin avantajlarından da yararlanırdı. Eğer toplayıcılık yapmaya elverişli ise toplamacılık yapılır ve toplanılan bitkilerle doğal ilaçlar yapılıp ya toplum içinde kullanılır ya da ticaret edilirdi. Toplayıcılığı konar göçer toplumlar da yapardı ve hatta konar göçer toplumlar daha sık toplamacılık yapardı. Yerleşik toplumlar eğer bulundukları coğrafya uygunsa büyükbaş veya küçükbaş hayvancılık da yaparlardı. Ticaret hem halk arasında hem de tüccarlarla yapılırdı. Yerleşik toplumlar belli bir konumda oldukları için ve tarım mamullerine sahip oldukları için tüccarlar sık sık ticaret yapmak için gelirdi. Konu İçindeki Sorular 9. sınıf tarih dersinin ikinci ünitesi olan İnsanlığın İlk Dönemleri ünitesinin konu başlıkları altında yer alan tüm soruları yanıtladık. Yazıdan Önceki Dönemlerde İnsanlığa Ait Yaşam İzleri Neler Olabilir? İnsanlar, yazı bulunmadan önce kendilerini anlatmak için çeşitli yollar ve teknikler geliştirmişlerdir. En eski örneklerinden biri ise insanlığın ilk çağlarında yaşanılan mağaralara yapılan mağara resimleriydi. Günümüzde en çok bilinen ve mağara sanatı içeren mağaralar Magura Mağarası, Eller Mağarası, Bhimbetka Mağarası, Serra de Capivara Mağarası, Laas Gaal Mağarası, Acacus Dağları, Chauvet Mağarası, Altamira Mağarası, Lascaux Mağarası… Mağara duvarlarına yapılan mağara resimleri, çeşitli bitkilerden oluşan bir karışımla yapılırdı. Mağara resimlerine eller, hayvanlar ve insanları görmek mümkündür. Eski çağlarda mağarada yaşayan insanlar bir günlerini, yaşadıklarını, sevdiklerini, duygularını ve inançlarını göstermek için mağara duvarlarına resim çizerlerdi. Çizimlerinde günlük hayatlarını anlatırken yaptıkları avcılığı, avladığı hayvanları, kullandıkları taktikleri ve teçhizatları mızrak gibi belirtirlerdi. İnançlarını da Güneş’i çizerek veya inandıkları yüce varlığı çizerek belirtirlerdi. Ayrıca bir karışımla çizmek yerine mağara duvarları oyularak da istediklerini çizerlerdi. Oymayı sadece mağara duvarlarına değil, sonraki medeniyetler taşlara ve özel tabletlere de yaparlardı. Sonraki medeniyetler, inandıkları varlıkları yarı insan yarı hayvan gibi yaratıkları heykel olarak da belirtirlerdi. Diğer gezegenlere inançları varsa diğer gezegenleri andıran heykeller yaparlardı. Bazı medeniyetler, krallarının veya yüce buldukları varlıkların dev heykellerini veya dev kafa heykellerini yaparlardı. Belki kendi üzerlerine bile çizerek kendilerini belirtirlerdi ancak bunun doğruluğu henüz bilinmemekte. Yazıdan önceki insanlara ait diğer yaşam izleri ise arkeolojik kazılarla keşfedilen insan kalıntıları veya mağaralarda bulunan insan kalıntıları, insanları en eski yerleşim yerleriydi. Bunlara örnek olarak Çatalhöyük gibi antik yerleşim yerleri ve antik kentler olabilir. Göbeklitepe, Dülük Antik Kenti gibi de başka örneklerdir. Yapılan arkeolojik yapılardan çıkarılan insan kemikleri ve kalıntılarının yaşına bakarak da insanlığa ait izler bulabiliriz. Arkeolojik kazılar sonucu bulunan insan kemiklerinde olan izleri ve yapılarını inceleyerek kemiğe ne olduğuna ulaşabiliriz. Kemiklerin üzerinde ısırma, çizme ve kesilme izleri varsa bunların bir hayvan tarafından hatta diğer insanlar ya da yamyamlık yapan insanların yapmış olabileceğini söyleyebiliriz. Eğer bulunan kemikle kırık veya çatlaksa da kemiğin yapısına ve izlerine bakarak anlayabiliriz. Bulunan kemiklerin kırılıp iyileştiğini gözlemlersek yazıdan önceki çağlarda da insanların yaşadıkları toplumun içindeki diğer yaralı insanlara da önem verildiğini ve ölüme terk edilmediklerini söyleyebiliriz. Tarımın Başlamasıyla İnsan Hayatında Ne Gibi Değişiklikler Yaşanmıştır? Tarımla birlikte besine ulaşmak için göç etmesi gerekmeyen toplumlar yerleşik hayata geçmiştirler. Yerleşik hayata geçen insanlar, yerleşim yeri edindikleri yerlerde coğrafik özelliklerin uygun olmasına dikkat etmişlerdir. Ayrıca yerleşik hayata geçen insanlar zamanla ahır ve kümes hayvancılığı da yapmaya başlamışlardır. Çarşı ve pazar kurarak, han ve hamamlar yapmışlardır. Bunun sonucunda da kalıcı mimari eserler yapılmaya başlanmıştır. İnsanlar ilerleyen zamanlarda ise bitkilerden giyecek eşya yapmayı öğrendiler. Eskiden hayvan derilerinden eşyalar yapıldığını bilen insanlar, tarımla birlikte hayvanlarını daha çok besleyerek daha fazla eşya yapmayı öğrendiler. İnsanlar ellerinde kalan bu fazla eşyaları, verimsiz toprakları yüzünden hayvanlarını besleyemeyip bu tür eşyalar yapamayan toplumlara satmaya başladılar. Bunun sonucunda ise ticaret ortaya çıktı. Ticaretin artması ile hırsızlık da artmıştır. Bunun sonucunda insanlar, kervanlar halinde mal satmak yerine, kendilerine bu eşyaları satabilecekleri evler yaptılar. Yani bir bakıma yerleşik ticarete geçiş yaptılar. Yazıdan Önceki Dönemde Çatalhöyük’te Yaşayan İnsanların Faaliyetleri Hakkında Neler Söylenebilir? Yazı 3500lerde bulunmuştur buda bizim yaklaşık olarak 5500 yıl öncesini incelediğimiz anlamına gelir. 5500 yıl öncesinde Çatalhöyükte yaşayan insanların faaliyetleri hakkında kullandıkları eşyalar doğrultusunda yaptıkları faaliyetleri incelemek için öncesinde kullandıkları eşyaları ve nasıl ve neyden yaptıklarının inceleyelim. Yaklaşık 5550 yıl önce yani yazı bulunmadan önce insanlar kullandıkları eşyaların büyük bir kısmını çakmak taşından yaptığını söyleyebiliriz. Yontulan bu taşlar başta yontulma sistemleri nedeni ile kaba olarak yontulsa da sonrasında daha ince işçiliğe geçiş yapılmıştır. İnsanlar sonrasında kullandıkları eşyalarda yani ok, yay, iğne, olta, bıçak gibi aletlerin yapımında. İlk başta kullandıkları aletlerin yapımında kullanılan Malzemelerde çeşitlilik göstermeye başlamışlardır. Çeşitlilik olarak başta çakmak taşı yerine hayvan kemikleri ve volkanik camlar kullanmışlardır. Malzemede değişiklik yeni aletlerin yapılmasına olanak sağlamıştır. Peki yazı bulunmadan önce yaklaşık olarak 5500 yıl önce insanlar iğne, bıçak, ok, yay gibi aletleri ne için kullanmıştır. yazı bulunmadan önce yaklaşık olarak 5500 yıl önce insanlar bu aletleri hayvanlardan korunmak, avlanmak bitki kesmek, daha detaylı şekil vermek için kullanmış olabilir. Tabak gibi yapılan olan aletler ise yemek paylaşımı su taşıma gibi nedenlerden dolayı yapmış olabilirler. Bir düre sonra insanlara volkanik camlar ve kemikler yeterli gelmediği için kili keşfetmişlerdir. Bunun yanında yazı bulunmadan önce insanlar bir şeyleri unutmamak için sonraki nesli bilgilendirmek daha önce yapılan hatayı bir kez daha yapmamak için duvarlara resimler yapmışlardır bu resimlerde bir günde yaptıklarını, önemli bilgileri, tavsiyeleri duvarlara çizerek sonraki nesillere öncülük ediyorlardı. Belki de yapacak bir şeyleri olmadıkları için sırf yapacak bir şey bulmak için yapıyor da olabilirler çünkü o zamanlarda gidip çalıştığın bir iş yok internet telefon yok zamanlarını geçirmek için yapmış olabilirler. Yazı bulunmadan önce insanlar bilgileri aktarmak için yaptıkları resimleri yaparken de farklı yöntemler izlemişlerdir. belki meyve renkleriyle, boyayan bir taşla yada volkanik camlar ile yapmış oldukları iğneler ile kazıyarak. Eski insanların daha önce yapmış olduğu her şey daha keşfedilmediği için kullandıkları tekniklerin ne kadar farklı olduğunu tahmin edemeyiz. Medeniyet Tanımında Yer Alan Milletlerarası Ortak Değerler Neler Olabilir? “Medeniyet, milletlerarası ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama vasıtalarının bütünüdür. Bu ortak değerlerin kaynağı kültürlerdir.” Medeniyet tanımında yer alan milletlerarası ortak değerler kültürü oluşturan yapılardır. Dil, tarih, entelektüellik, kanun, dini inanç, töre, gelenek ve görenek bunlara örnek verilebilir. Dil, insanları birleştiren, kaynaştıran, bilgilendiren bir değerdir. Dil sayesinde insanlar birbiriyle anlaşabilmekte ve iletişim kurabilmektedir. Eğer bir medeniyetin dili yoksa o gerçek bir medeniyet sayılamaz, çünkü dili olmayan bireylerin oluşturduğu bir toplumda bilgi alışverişi yapılamaz, bu da toplumun kökünde bir yarık açar. Bir medeniyetin tarihi yoksa ve uzun zamandır ortada olmadıysa bu bir medeniyet pek de sayılamaz. Kişiler tarihlerinden ders çıkarmaları gereken konulardan ders, çıkarmamaları gereken konulardan da nasıl daha iyi yapabilirim düşüncesini çıkarmalıdır. Bununla birlikte toplum kendini geliştirmeli ve ilerideki zamanlarda ortadan kaybolmamayı hedeflemelidir. Bu sayede toplum bir medeniyet olmaya yaklaşabilir. Bir topluluğun entelektüelliği o toplumun gelişmişliğini gösterir. Sanatta ve bilimde gelişmişlik, bireylerin bir topluma ne kadar sağdık kalarak çalıştığını ve onu ne kadar önemsediğini gösterir. İnsanlar çevresini geliştirerek onu başkalarından ayırır. Her medeniyetin bireyi doğası dolayısıyla bir şeye inanma ihtiyacı doğar ve bunu da dinler yoluyla karşılar. Eğer tarihe bakarsanız her medeniyetin kanunda olmasa da genel olarak bir inanca sahip olduğunu görebilirsiniz. İnançlar bizim ihtiyacımızı karşılama dışında bizlere bütünlük de kazandırır ve inançları bir olanları bir arada tutar. Bu da medeniyetin daha sağlam durabilmesini sağlar. Töreler yazılı olmadığı için bir yere bağlı olmadığı için daha rahat yayılabilmekte ve değişebilmektedir. Bir topluluğa ait töreler değişince veya yeni töreler ortaya çıkınca daha rahat yayılabildikleri için topluluk bunlara daha rahat adapte olabilecek ve bu sayede toplum birbirine daha kararlı bir şekilde kenetlenebilecektir. Bunun yanında her medeniyetin kendini başkalarından ayıran gelişmeleri olmuştur, bu da entelektüelliğin ortak değerlerden biri olduğunun göstergesidir. Kanunlar bir medeniyette adalet, doğruluk, ve otorite sağlayan kurallar bütünüdür. Eğer kanunlar olmasaydı hiçbir toplum anarşi yüzünden ayakta kalamazdı. Gelenek ve görenekler bir toplumun köklerinde yer alması gereken, bir toplumu asıl olarak başka birinden ayıran değerlerdir. Görenekler on yıllardır devam eden şeyler olduğu için insanların davranış biçimlerini etkiler. Gelenekler de aynı şekilde davranış biçimlerini etkiler ve aynı zamanda da toplumun işleyişini ve yapısını etkiler. Türkiye’deki Tarihi, Arkeolojik ve Coğrafi Mekanlardan Hangileri “UNESCO Dünya Mirası” Listesinde Yer Almaktadır? UNESCO Dünya Mirası Listesinde Dünya Miras Alanı olarak belirlenmiş 1154 miras yer almaktadır. Türkiye’de Dünya Miras Alanı olarak bu listede 1 Ekim 2021 itibariyle 17’si kültürel, 2’si karma olmak üzere 19 miras yeri vardır. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası 1985 İstanbul’un Tarihi Alanları 1985 Göreme Millî Parkı ve Kapadokya 1985 Karma Miras Alanı Hattuşa Hitit Başkenti 1986 Nemrut Dağı 1987 Hieropolis-Pamukkale 1988 Karma Miras Alanı Xanthos-Letoon 1988 Safranbolu Şehri 1994 Truva Arkeolojik Alanı 1998 Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi 2011 Çatalhöyük Neolitik Alanı 2012 Bursa ve Cumalıkızık Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu 2014 Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı 2014 Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı 2015 Efes 2015 Ani Arkeolojik Alanı 2016 Aphrodisias 2017 Göbekli Tepe 2018 Arslantepe Arkeolojik Alanı 2021 UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde Türkiye’de bulunan kültürel ve doğal miras alanları hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmek için UNESCO Dünya Mirası Listesi Türkiye 2022 En Güncel Liste başlıklı yazımızı inceleyebilirsiniz. Göbeklitepe, Çatalhöyük ve Çayönü Merkezlerinin İnsanlık Tarihine Etkileri Nelerdir? Anadolu’da yerleşik yaşama ve medeniyete dair ilk yerleşim alanları Göbeklitepe, Çatalhöyük ve Çayönü gibi yerlerdir. Bu yerleşim yerlerinin insanlık tarihine etkileri neler olmuştur? Çatalhöyük Konya Çatalhöyük’ü daha dikkatli şekilde inceleyecek olursak karşımıza tam anlamıyla bir medeni insan topluluğu çıkar. Bu yerleşim yerinde binalar arasında boşluklar, sokaklar yoktur. İnsanlar bir yerden başka bir yere gitmek istediklerinde komşularının çatılarının üzerinde yürürler. Bu günkü evlerin aksine dikey kapıları yoktur, insanlar çatılarındaki kapaklar sayesinde evlerine girerlerdi. Bunlar gibi özellikler sadece o zamanki mimari düzey ile ilgili değil, aynı zamanda kültürel özellikler, dini inanışlar ve koşullar hakkında da bilgi vermekte. Mesela binaların bitişik olmasının sebebi muhtemelen yırtıcı hayvanların içeri girmesini engellemek veya su baskınlarını önlemek; kısaca dış etkenlerden korunmaktır. Detaylı incelemeyle bu “dış etkenler” belirlenebilir ve bu da bize bölgenin o zamanki coğrafi özellikleri hakkında bilgi verir. Kültürel özellikler ve dini inanışları hakkında edindiğimiz bilgilere örnek verirsek de mezarlarına bakmak yeterli. Çatalhöyük’te yaşayan halk, ölenleri sıkıca bağlayıp evlerindeki mezarlara, ailelerin yanına gömerlerdi. Ancak bu yan yana gömülen ailelerin arasında bir kan bağı bulunmadığı anlaşıldı, kan bağı olan insanlar birbirinden farklı evlere gömülmüşlerdi. Bu da akla şöyle bir senaryo getiriyor Çatalhöyük’te bebek doğduğunda anne babasının yanında büyümüyor, rastgele aileler onlara bakıyordu. Son düşüncelere göre o zamanlarda kadın birden fazla erkekle ilişkiye girerdi, kimden olduğu bilinmeyen çocuğa herhangi bir aile bakardı. böyle olmasının sebebi ise bizi yine o zamanın koşullarına getiriyor. O zamanlarda erkekler sürekli ava gidiyor, her gün geri dönmeme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlardı. Eğer herkesin bir ailesi olsaydı eve dönenler sadece kendi yavrusunun bulunduğu yuvaya avını götürecekti, çünkü canlıların hormonları kendi yavrularına öncelik tanıyacak şekilde evrimleşmiştir. Ancak bu yöntem sayesinde Çatalhöyük’te avların eşit dağılımı ve birliktelik sağlanmış, toplumun yaşam ömrü uzatılmıştır. Gördüğünüz üzere Çatalhöyük’ün sadece binlerce yıl dayanabilen parçalarına bakarak pek çok algıya ulaştık. Bu algılar da bizim ilk medeniyetler hakkında bilgi sahibi olmamızı, “medeniyet” kavramının anlamını daha iyi anlamamızı sağlar. Göbeklitepe Şanlıurfa Anadolu’daki ilk yerleşim aynı zamanda bütün dünyadaki en eski yerleşim yerleri olan Çatalhöyük ve çok da uzağında olmayan Göbeklitepe’dir. Göbeklitepe’nin yaklaşık 12 bin yıl önce inşa edildiği düşünülmekte, Çatalhöyük ise yaklaşık 9 bin yıl önce. Çin uygarlığının 1500’lerde, Hint uygarlığının 2500’lerde, Maya uygarlığının 2600’larda, mısır uygarlığının 3500’lerde, Sümerli uygarlıklarının 4000 yıl öncesine dayandığını düşünecek olursak, arkeolojik açıdan oldukça önemli olduklarını söyleyebiliriz. Aynı zamanda özellikle Göbeklitepe’de arkeologların ezberini bozan bilgiler ortaya çıkmıştır. En basitinden eskiden tarımın yerleşik hayatı getirdiği düşünülürken şu anda yerleşik hayatın tarımı getirdiği düşünülmekte. Bunun sebebi Göbeklitepe etrafındaki ilk tarım izlerine inşasından yaklaşık 500 yıl sonra karşılaşılması. Bu insanlar avlanmaya hala devam ederken yerleşik hayata geçmişler, bu şekilde tarımı bulmak zorunda kalmış olmaları da şu anda elimizdeki en iyi bulgu. Bu arada, Göbeklitepe’ninin bir yaşam yeri değil aslında bir ibadethane olduğunu ve yakındaki yaşam alanlarından gelen insanların orada ibadetlerini yaptıklarının tahmin edildiğini unutmayalım. Böyle düşünülmesinin nedeni göbekli tepedeki devasa T şeklindeki heykeller ve sıkı sık karşılaşılan genelde hayvanlar ve erkek organları heykeller ve oymalardır. Çayönü Diyarbakır Anadolu’daki diğer ilk yerleşim yerlerinden bir başkası ise bundan 9000 yıl öncesinde, Diyarbakır’ın kuzeyinde bulunan Çayönü’dür. Çayönü Ergani Ovası’nda kurulan en eski yerleşim yerlerinden birisidir. Araştırmalar sonucu Ergani Ovası’nda 12 binlerde meşe ağaçlarından bir orman olduğunu işaret etmektedir. Yani burada yabani keçi, sığır veya koyunlar gibi hayvanlarda yaşamıştır. Bu açıdan yemek bakımından bu alanın son derece zengin olduğunu söylemek mümkündür. Bir süre sonra avcı-toplayıcı insanlara ev sahipliği yapan bu alan 10200 yıllarından itibaren insanların yerleşik hayata geçtiği ilk alanlardan birisi haline gelmiştir. Yabani baklagillerin tarıma katılması ve yabani olan bazı hayvanların evcilleştirilmesi burada gerçekleştirilmiştir. Bu önemli gelişmelerden dolayı bilim adamaları uygarlığın doğduğu yer olarak anmaya başlamıştır. Kazılar sonucunda obsidyen ve bazalt gibi taşlarla delici aletler ve süs eşyaları yapılmasına vesile olmuştur. Bir süre sonar hayvan kemiklerinden çengel, iğne gibi aletler yapılırken bakırın çıkarılması ile başka devletlerden yaklaşık 2000 yıl önce bakırı kullanmayı öğrenmişlerdirler. Destanların Kültürel Hayattaki Önemi Nedir? Destanların kültürel hayattaki temel önemi anlatılarla geldiği için hem eski, daha doğrusu atalardan kalma bazı kültürel ögeleri taşımakla beraber anlatıcıların o zamanın kültürünün etkisi ile yeniden yorumlayabilmesi nedeniyle geçmişin genel bir harmanını sunmasının yanında doğrudan aktarılması ihtimaline dayalı bir sisteme sahiptir. Özellikle insanın küçük yaşlardaki kültürel ögelere dayalı ilk benliği kazandığı zamanlar için fazlasıyla önem arz eder. Örneklemek gerekirse ikizlerin her birinin farklı bir kültürün gelenekçi ortamlarda büyütülüp 4-5 yaşında bir araya getirildiklerinde fikir ve bakış açısı farkı edinmeleri fazlasıyla açık bir örnektir. Pekâlâ hayata bakış açısı olarak Ergenekon Destanı ile Odysseia Destanı’nın düşünce açısından aynı olduğunu kimse söyleyemez. Bunun dışında toplumları yönetmek gibi birtakım politik faydaları da vardır. Sözlü tarihin milliyetçilik ile kesiştiği yönleri nedeniyle kolektif bir toplum yapısı oluşturmaya fazlasıyla yardımcı olur destanlar. Uç milliyetçilik ve geleneklere aşırı bağlanma kaynaklı gericiliğin de nedenlerinden biri budur. Fikir değişimi sonucunda anarşist olayları da tetikleme ihtimali de bulunsa da özellikle kolektif bilinçaltının kullanımı ve isyanları bastırma gibi pek çok işlevde sözlü kültürün yanında milliyetçi destanların kullanılabildiğini görürüz. Ateşin Kullanılmasının İnsan Hayatına Etkileri Nelerdir? “Proceeding of the National Academy of Sciences” PNAS isimli bilim dergisinde yayımlanmış bir açıklamaya dayanarak ateşin yaklaşık olarak 1 milyon civarı yıl önce keşfedildiğini söyleyebiliriz. İnsanlar ateşi kontrol altında tutabildiklerini keşfetmeleriyle birlikte gıdaları pişirmeye başlamış ve gıda yoluyla bulaşma ihtimali olan hastalıkların oldukça büyük bir çoğunluğunu engellemiştir. Ayrıca bu gıdaların muhafaza edilme süresini uzatmış ve besin bulma zorluğu olan zamanların daha rahat bir şekilde atlatılmasını sağlamıştır. Yaşadıkları soğuk alanlarda kutup bölgeleri gibi ışık ve ısı ihtiyaçlarını karşılamış, sosyal olarak kaynaşmayı ilk defa ateşin etrafında kurdukları bir çemberde gerçekleştirmiştir. Ateşten çıkan dumanı kullanarak iletişim kurmuş, vahşi hayvanlara ve öbür insan topluluklarına karşı kendini savunmuş, madenleri ısıtarak işleyip şekil verebilmiştir. Aslında ateşin keşfi insanlık tarihinde yaşanan en önemli gelişmelerden biridir. İnsanlar ateş etrafında otururken bugün konuştuğumuz dillerin ilk hallerini üretmiş ve sosyalleşmiştir. Ateş ayrıca kibrit, çakmak gibi bazı yeni icatların da bulunmasına vesile olmuştur. İlk insanlar ise ateş yakmak için önce çakmak taşını kullanmış daha sonra ise çubukları birbirine sürtmüş ve bu şekilde sürtünmeden yararlanarak ateş yakmıştır. Yazının İnsan Hayatındaki Önemi ile İlgili Neler Söylenebilir? Âlim unutmuş, kalem unutmamış. Bir amaç ancak yazıya geçirildiği zaman güç kazanır. Söz kulağa, yazı uzağa gider. Söz uçar, yazı kalır. Yazı geçmişten günümüze bir köprü kurar. Kültürün, bilimin, her türlü inanışın ve sanatın sürekliliğini sağlar. 2000 yılının ilk yarısında, Sümer kentinde, öğrencilerin günlük ödevlerinin olduğu uygulama kil tabletler bulunmuştur. Bu yazılar acemice çiziklerden ve mezun olma noktasında olan öğrencilerin aldığı belgelere kadar çeşitlilik göstermektedir. Bu belgeler, bize eğitim ve öğrenim hakkında birtakım bilgiler vermektedir. Sümer okulları mesleki eğitim vermeyi amaçlamışlardır. Özellikle tapınak ve sarayın ekonomik ve yönetsel gereksinimleri karşılama amacı ile kurulmuşlardır. Okul, bilim ve kültür merkezi haline gelmiştir. Tanrıbilimi, bitkibilimi, hayvanbilimi, madenbilimi, coğrafya, matematik ve dil bilgisi eğitimi alan öğrencilerden, zaman zaman bu bilimlere katkıda bulunan bilim adamları ve bilginler yetişmiştir. Başlangıçta büyük bir olasılıkla tapınağa bağlı olan Sümer okulu, zaman içinde dinden bağımsız bir kurum haline gelmiştir. Öğretmenlerin ücretleri velilerden karşılanmıştır. Sümer okullarında mecburi bir eğitim bulunmamaktadır. Sümerliler, çocuklarını hem statü hem de ekonomik fayda sağlamak amacıyla okula göndermek istemişlerdir. Okulun asıl amacı öğrencilere yazı ve Sümercenin öğretilmesidir. Daha sonra kendilerine özgüven ve edebi metinler hazırlama öğretilmiş, her alandaki konular bilimsel yöntem ve sınıflandırılmalarla yapılmıştır. Bu yöntemler 3000 yılının ortalarından itibaren Sümer okullarında kitap haline getirilmiştir. Sümerlerin Yazıyı İcat Etmesi İnsanlık Tarihinde Ne Gibi Değişikliklere Neden Olmuştur? Sümerlerin yazıyı icat etmesinden sonra ilk başta Sümer’de yazının yaygınlaşması için okullar kurulmuştur. Burada öğrenciler tabletlere yazı yazmayı öğrenmiştir. Aynı zamanda bu okullardaki öğretmenlere “tablet evinin babası”, öğrencilere ise “tablet evinin oğlu” denmiştir yani sümerlilere yeni bir kurum eklenmiştir ve bu kurum günümüz okullarına göre resmiyetten uzak, aile yapısı olan bir yapıya sahiptir. Bu sayede sümerlilerin arasındaki bağlar daha da güçlenmiştir. Sümerler için olan değişim kitapta sayfa 37’de anlattığı üzere bu şekildedir. Peki Dünya’da ne gibi değişimler olmuştur? Bildiğiniz üzere söz uçar, yazı kalır. Bundan dolayı yaşanan olayların kayıt edilip saklanması işlemi kolaylaşmıştır. Yani bir insan yaşanan bir olayı aklında tutmaya çalışacağına, o olayları kağıtlara döküp istediği zaman beynini yormadan bakabilecek hale getirmiştir. Bu insanların zaman kazanmasını ve yorulmamasını sağlamıştır. Yazının icadının başka bir önemli faydası ise iletişimi kolaylaştırmıştır. Yazı sayesinde insanlar arası iletişim bir adım daha ilerlemiştir. Önceden zorlu yollarla iletişim kuran insanlar yazının icadıyla mektup gibi iletişim araçlarını kullanarak daha rahat ve hızlı bir şekilde iletişime geçmeyi başarmıştır. Aynı zamanda yazı, insanların düşüncelerini başka insanlara aktarmasında önemli bir rol almıştır. Artık yazı sayesinde insanlar duygu ve düşüncelerini daha kolay bir şekilde dile getirebilmektedir. Örneğin eskiden bir düşüncesini aktarmak isteyen bir insanın o düşüncesini aktarabileceği tek yol, başka bir insane düşüncesini direct bir yol ile ifade edebilmekti. Ama ardından yazı sayesinde insanlar düşüncelerini farklı yollar ile ifade edebilmeye başladılar. Örneğin birbirlerine ne anlatmak istiyorlarsa o konu ile ilgili şiirler yazdılar, bir konuyu bir yazı ile eleştirip insanların okumasını sağladılar, kendi ırklarını övmek için marşlar yazdılar. Yani yazı düşünce aktarımının gelişmesini sağladı. Aynı zamanda yazı bu düşüncelerin daha kolay bir şekilde yaygınlaşabilmesini sağladı. Örneğin yazı öncesi kendini görüştüğün insanlar harici kimseyle fikrini paylaşamıyordun ama yazı sayesinde bir düşüncen ile alakalı yazdığın bir kitap milyonlarca kişiyle paylaşabiliyorsun. Kısacası yazının icadı insanlar için çok önemlidir. Zaten yazının icadı insanları çağ atlatan bir olay olarak kabul edilmektedir. Gerek bilgi depolamada olsun, gerek iletişimde olsun gerek de insanın kendini ifade edebilmesinde olsun, birçok yerde önemli yere sahiptir. Yazının ve Yazı Araçlarının Gelişimine Hangi Milletler Katkı Sağlamıştır? İnsanlar belli bir dönemden sonra kendini ifade edebilecekleri, kolay iletişim kurabilecekleri ve bilgileri kaydedebilecekleri bir araca ihtiyaç duymaya başladılar. Bunun sonucunda yazı ortaya çıktı. Çok eski tarihlerde ortaya çıkan yazı günümüze kadar birçok değişim geçirerek gelmiştir. Peki yazının ortaya çıkışında ve gelişiminde yer alan devletler nelerdir? Tarihte ilk yazıyı bulan devletin Sümerler olduğu düşünülmektedir. Buldukları yazıdaki semboller çiviye benzediğinden dolayı bu yazıya çivi yazısı denmiştir. Ardından bu yazı diğer Mezopotamya uygarlıklarına ulaşmıştır. Bu uygarlıklar çivi yazısını kendilerine göre geliştirip kullanmıştır. Yazı ardından İran ve Anadolu gibi bölgelere yayılmıştır. Peki insanların kullandığı ilk yazı çivi yazısı mı? Kesinlikle hayır. Mezopotamya dışındaki bölgeler başka yazılar kullandı. Örneğin Mısırlılar. Onlar da Hiyeroglif yazısını buldular. Bu yazı da aynı şekilde çivi yazısının çıktığı zamanlarda çıkmıştır. Ve yine çivi yazısı gibi, hiyeroglif yazısında da semboller kullanılmıştır. Yani ilk yazılar birbirlerine benzerdir ama tam olarak aynı değildir. Bu konuda araştırmacılar hala Hiyeroglif ve Çivi Yazısı arasında bir ilişki var mı onu araştırmaktadır. Zamanlar yazı geliştikçe daha anlaşılabilir olması için yeni gelişmeler ortaya çıktı. Örneğin alfabe. Hiyeroglif yazısı ve çivi yazısında yukarıda da söylediğim üzere semboller kullanılıyordu ama cümleler kompleksleştikçe sembolleri anlamak zorlaşmaya başladı ve insanlar daha soyut bir şey yapma kararı aldılar ve alfabeyi buldular. Alfabeyi bulan uygarlık Fenikelilerdir. Alfabede kullanılan semboller, dilimizden çıkan sesleri temsil etmektedir ve bu sayede sembollerle yazılan çivi yazısı ve hiyeroglif yazısı gibi yazıları okumaya göre daha kolaydır. Yani alfabe okumayı da kolaylaştırmıştır. Alfabenin bulunması yazının gelişimi için çok önemlidir çünkü alfabe sayesinde yazı daha basit ve anlaşılır bir hal almıştır. Yazının ilerlemesi bununla da kalmamıştır. Bu alfabe Araplar, Yunanlılar, Romalılar tarafından farklı formatlar haline geldi. Latin, Yunan, Kril ve Arap alfabeleri gibi sık kullanılan alfabeler bu devletler tarafından, Fenikelilerin bulduğu temel alfabeyi geliştirerek buldu. Kısacası yazının da bir tarihi vardır. Bu süreçte yazı, birçok uygarlık tarafından yeni güncellemelerle ve yeniliklerle birlikte gelişmiş, insanlar için daha kullanışlı hale gelmiştir. Yazının gelişimi halen devam etmektedir. Geçmişten Günümüze İnsanın Günlük Yaşamını Kolaylaştıran Gelişmeler Nelerdir? Geçmişten günümüze insanın günlük yaşamını kolaylaştıran gelişmelerin sayısı on binlercedir. En önemlilerine bile baksak bu sayının bini geçtiğini görebiliriz, fakat kuşkusuz bir şekilde “ateş”, Dünya’nın en önemli buluşları arasındadır ve belki de en önemlisidir. Ateşin hayatımızda kullanılmadığı alan yoktur evimizi o aydınlatır, yemeğimizi o pişirir, bizi o ısındırır, herkesin kullandığı maddelerin çoğu ateş sayesinde şekil alır. Ateş, şu anda bir kibrit çöpüyle yakılacak kadar kolay bir şeyken, eskiden insanlar saatlerce, bazen dakikalarca onu yakmaya çalışıyorlardı. Tekerlek, insanoğlunun icat etmiş olduğu başka önemli şeylerden biridir. Tekerlek dünyada ulaşım, tarım, fabrika gibi çok alanlarda çok kullanılır. Tekerlek olmasa ne binebileceğimiz bir araba tabii uçan araba bulunmasaydı, ne buğdayları öğütüp uç çıkarabileceğimiz bir değirmen, ne de fabrikalarda kullanılan palangalarımız olurdu. Yazı, insanların icat ettiği en gerekli şey olabilir. Eskiden yazı olmadan insanlar başka bir yere oraya gitmeden bir şey iletemiyor, önemli bulguları gelecek için saklayamıyorlardı. Geometrinin geliştirilmesi insanın doğayı anlamadaki en uğraşı olmuştur. Bu sayede artık uzaklık, alan, hacim, oran gibi şeyleri kavrayıp daha ileri düzey matematiği bulmaya başlamışızdır. Başka bir önemli icat ise kağıttır. Kağıdı Çinliler bulmuştur. Daha önce parşömen oğlak derisi, papirüs gibi yerlere yazılan yazı, kağıdın bulunmasıyla daha ucuz ve daha kolay yazılabilir olmuştur. Kağıdın bulunmasına karşın hala yazılar geniş çevrelere kısa bir sürede dağıtılamıyordu. Kitapların hepsini insanlar elleriyle, teker teker yazıyorlardı ki bu büyük bir zaman kaybına yol açıyordu. Bu yüzden matbaa icat edildi. Matbaanın ilk örnekleri Çin’de görülse de Avrupa’da o zamanlarda Avrupa’nın en önemli kıtasıydı olan ve modern matbaa olarak sayılan şeyi Gutenberg buldu. Bu sayede İncil’ler, kitaplar, dergiler, gazeteler çok kısa bir sürede basılabiliyordu. Ampulün icadı ile artık insanlar geceleri mum ışığı, gaz lambası veya kandillerinki gibi loş ışıklar yerine parlak ışıklarla aktif kalmayı başarabilmişlerdir. Bunun dışında artık gecelerde de aktif kalınabildiğinden iş saatleri uzamış ve daha üretken olmuşuzdur. Bunun yanında da gece hayatı diye bir şey ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz bir şekilde her 21. yüzyılda doğan bir bireyin hayatında onsuz yaşayamam dediği şeylerden biri de bilgisayardır. Bilgisayarlar 54saniyeler içinde milyonlarca işlem yapmamızı sağlamışlardır. Bir rubik küpü çözmenin en az hamle sayısını bulmaya çalışırken, deneylerin sonuçlarını analiz yaparken, 100’lerce TB’lık belgeleri depolarken bize yardımcı olmuşlardır. Bilgisayarlar aynı zamanda da başka bir sürü icada zemin hazırlamıştır. Bu icatlardan bazıları, akıllı telefonlar, tabletler, robotlar, televizyonlar, hoparlörlerdir. Konar-göçerler ile Yerleşik Toplumların Karşılıklı İlişkileri Hakkında Neler Söylenebilir? İlk çağlarda insanlar iki farklı çeşitte yaşamaktaydı. Birincisi konar-göçer yaşam, ikincisi ise yerleşik yaşamdı. Bu iki yaşam biçimi birbirinden çok farklı yaşam biçimleridir. Peki birbirinden tamamen zıt olan bu iki yaşam türü arasında ne gibi ilişkiler kurulmaktadır? Peki bu ilişkiler nasıl ilişkilerdir? Hepsinden önce bu yaşam stillerinin özellikleri nelerdir? Konar-göçer yaşam biçiminde de insanlar, az topluklar ile sürekli seyahat ederek yaşarlar. Bu seyahatlerinde gittikleri yerlerden bazen zor kullanarak, bazen de helal yollar ile yaşam için ihtiyacı olan maddeleri karşılarlar. Genelde büyük toplumlar değil, küçük az kişiden oluşurlar. Kısacası gezerler ve gezdikleri yerleri yağmalayarak veya oralarda az miktar da olsa para kazanarak hayatlarını sürdürürler. Yerleşik hayat yaşayanlar ise konar göçerlere göre çok farklı bir yapı gösterirler. Oldukları yere tam anlamıyla sabitlenmişlerdir. Yaşadıkları yere evler kurarlar ve tarım yaparlar. Yaşadığı yerleri korurlar. Hayatlarını çok normal bir şekilde yaşarlar. Aksiyondan uzaktırlar. Peki bu aşırı zıt iki toplum arasında ne gibi bir ilişki var? Her şeyden önce bu iki toplum birbirlerini sevmemektedir ve genelde ilişkileri olumlu yönün aksine kötü yöndedir. Örneğin yukarıda söylediğim üzere konar göçerler geçtikleri yerleri yağmalayarak hayatlarını sürdürürler ve bu geçtikleri yerler yerleşik hayat yaşayan insanların evleridir. Bundan dolayı yerleşik hayat yaşayan insanlar konar göçer yaşayan insanlara hırsız, yağmacı gözüyle bakmaktadır. Konar göçerler genelde yerleşik hayat yaşayanlara huzursuzluk verirler çünkü yerleşik hayat yaşayan insanların ürettiği şeylere ihtiyaç duyarlar. Peki konar göçer yaşayanların gözünden yerleşik hayat yaşayanlar nasıl gözükmektedir? Konar göçer insanlar, yerleşik insanları esir olarak nitelendirirler. Hayatlarında herhangi bir şekilde farklı bir şey olmayan, amaçları olmayan, belli bir bölgeye kapalı kalmış ve hep aynı şeyleri yapan bir toplum olarak nitelendirir. Yani yerleşik hayat yaşayan insanların hayatındaki monotonluk ve aslında her şeyin tekrar etmesi konar göçerlere mantıksız ve saçma gelir. Ne kadar zıt hayatlar yaşadıklarını anlatsam da bazen anlaştıkları da olur. Örneğin bazen konar göçer hayat yaşayan insanlar, yerleşik hayat yaşayan insanları korur. Çoğu tarihçi için bu ilişki dostluk için değildir tamamen çıkar ilişkisidir. Bana kalırsa da çıkar ilişkisidir ama bu çıkar ilişkisi aradaki pozitifliği arttırır. Yinede hala birbirlerinden çok ama çok zıttırlar. Günümüzde Siyasi Nedenlerle Yaşanan Göçlere Örnekler Veriniz. Eski senelerden günümüze kadar bir sürü göç yaşanmıştır ve bu göçlerin çeşitli sebepleri vardır. Göçlerin de türleri vardır ve bu türlerden birisi de siyasi göçlerdir. Siyasi göçler, adından da anlaşılacağı üzere siyasi sebeplerden dolayı yaşanan göçlerdir. Örneğin bir devlet, vatandaşlarına ırkçılık yaparsa ve oradaki insanlar, yaşadıkları yerden göç etmek zorunda kalırsa bu bir siyasi göç olur. Veya bir ülkede iç savaş varsa ve insanlar oradan göç ediyorlarsa buda siyasi göç olur. Peki günümüzde yaşanan bu olaylar nelerdir? İlk başta sınır komşumuz olan Suriye’den başlayalım. Bildiğiniz üzere Suriye’de bir iç karışıklık ve savaş var. Her yerde bombalar patlıyor, teröristler her yerde geziniyor, devlet iç bütünlüğü sağlayamamış vesaire. Yani Suriye, devlet yüzünden yaşanabilecek bir halde değil. Bunun üzerine biz Suriye sakinleşsin diye asker gönderiyoruz ve Suriyeliler ülkemize göç ediyor. Bizim askerimizin orada çatışıp Suriyelinin burda yani Türkiye’de yaşaması ne kadar garip olsa da Suriyeliler tarafından böyle bir göç gerçekleşmiştir. Suriyeliler şimdi de Avrupa’ya göç etmeye çalışmaktadırlar. Bir başka güncel siyasi göç ise İsrail ve Filistin arasında yaşanmaktadır. İsrail devleti tarafından Filistinlilere ağır bir şekilde zulüm edilmektedir. Dini konularda Filistinlilere ırkçılık yapılmaktadır. Etnik kökenleri üzerinden de ırkçılık yapılmaktadır. Kısacası İsrail devleti Filistine her türlü baskıyı yapmaktadır. Peki İsrailin buradaki amacı nedir? İsraillilerin amacı Filistinlileri bu olaydan bıktırıp, onları Filistin topraklarından atıp, bu toprakları kendilerine katmaktır. Yani Filistinlileri yaptıkları eylemler ile göçe zorlamaktadırlar ve çoğu Filistinli ülkesinden göç etmiştir. Bir diğer göç türü ise ülkemizin doğu kısmında yaşanan göçlerdir. Ülkemizin doğu kısmından insanlar, doğuda yaşanan terör olayları yüzünden orada daha fazla kalmak istememektedir ve ülkemizin batı kesimlerine doğru göç ederler. Çünkü doğuda cidden terör faliyetleri fazladır ve bu halkı rahatsız etmektedir. Hem batı kesimlerine geldiklerinde iş bulmaları da kolaylaşır. Kısacası günümüzde halen siyasi sebepli göçler yaşanmaya devam etmektedir ve daha da yaşanacaktır. Bence göç iyi bir şey değildir çünkü insan alıştığı ortamdan zorla ayrı kalmaktadır. Bu hiçbir insanın başına gelmemesi gereken bir şeydir. Umarım bu tarz göçler en yakın zamanda durur ve biter. İnsanların Birlikte Yaşama Gereksinimleri Hangi Kurumları Mecburi Hale Getirmiştir? İnsanların tam olarak birlikte yaşamaya geçtikleri dönem, yerleşik hayata geçilen dönemdir. Bu dönemlerde insan, kendine yaşanabilir yerler kurar ve burada diğer insanlar ile birlikte çok uzun süreler yaşar. Peki bu yaşamanın ihtiyaç olarak getirdiği kurumlar nelerdir? İlk olarak temel ihtiyaçların karşılanması için kurumlar kurulmuştur. Örneğin insanlar birlikte yaşadıkları için besine ihtiyaç duyarlar ama fazla kişi oldukları için birlikte olmadan bu yükün altından kalkamazlar. Bunun için insanların birlikte besin üretebileceği tarlalar kurdular ve birlikte avlanmaya çıktılar. İlk kurumu tarlalar olarak söyleyebiliriz. Ancak kış geldiğinde havalar soğudu ve insanlar ne avlanabildi, ne de tarladan ekin ekip biçebildi. İşte bunun için de yazın üretimi fazla yaptılar ve yaptıkları fazla üretimi inşaa ettikleri depolara koydular ve kışın bu depolardaki stoklarını tükettiler. Zamanla daha fazla geliştiler ve sayıları fazlalaştı. İşte o zaman her şeyi kontrol etmek zorlaştı ve kendilerini yönetip düzeni sağlayacak bir kurum kurma kararı da aldılar. Bu tarz kurumlara herhangi bir yöntemle bir kişi atadılar ve bu kişi orayı yönetip düzeni sağlamaya başladı. Ardından insan sosyalleşme ihtiyacı duydu ve diğer insanlar ile birlikte takılıp konuşabileceği mekanlar kurdular. Bunlara bir örnek ise tapınaklar. Tapınakların asıl ve genel amacı dini bir şey olsa da insanlar inşaa ettikleri tapınaklarda sosyalleştiler de. Daha da geliştiler ve yeni şeyler öğrendiler. Peki ölüp diğer tarafa gittiklerinde bu bilgilerin Dünya için daha fazla yararı olacak mıydı? Eğer diğer nesillere aktarmazlarsa olmayacaktı ve bundan dolayı çocuklarını eğitmek içi okul denilen kurumlar açtılar. Bu kurumlarda ilk başta avcılık ve tarım gibi temel hayatta kalma becerileri öğretiliyordu ama insan zamanla geliştikçe bu anlatılan konular değişti. Sayıları arttıkça her bir insanın yapması gereken bir işi ve bir görevi oldu. Bu işleri ve görevleri karşılığında da birbirlerine para vermeye yani ticaret yapmaya başladılar. Bu iş ilk başta takas ile başladı ve paranın icadı ile devam etti. Bu tarz kurumlar insalık geliştikçe eklendi eklendi ve eklendi. Hala da günümüzde yeni kurumlar eklenmektedir ve biz geliştikçe eklenmeye devam etmektedir. Günümüzde Kabile Anlayışına Sahip Topluluklar Hangi Bölgelerde Yaşamaktadır? Günümüzde kabile anlayışına sahip topluluklar çok fazla yoktur. Ancak var olan kabile toplulukları kendilerinden farklı hiçbir insanla konuşamayacağı hatta göremeyeceği izole ortamlarda yaşarlar bu topluluklar kendilerinin yanına gelen insanlara karşı çok saldırgan ve agresif yaklaşırlar çünkü bu topluluklarda koruma içgüdüsü çok gelişmiştir ve her yanlarına gelen insanları kendilerine zarar verecek varlıklar olarak görürler. Bu topluluklar şu anda Afrika ve Amazon ormanları gibi izole edilmiş yerlerde yaşamaktadır. Bu topluluklara örnek olarak Sentinel kabilesi verilebilir. Sentinel kabilesinin yaklaşık 60 bin yıldır aynı adada izole bir biçimde yaşadığı düşünülüyor. Sentinellilerle ilk kez 1880’de Maurice Vidal Portman tarafından iletişime geçildi. Portman tarafından adadan zorla kaçırılan 6 Sentinelli ile iletişim kurmaya çalıştı ancak Sentinelliler Portman’ın kedileriyle iletişim kurmalarına izin vermediler. Günümüzde hala kabile anlayışına sahip topluluklar daha çok gelişmemiş topraklarda yaşamaktadır. Örneğin Afrika. Günümüzde kalan çoğu kabileler Afrika’da yer almaktadır ve bu kabilelerin boyutu hiç ama hiç küçümsenecek boyutlarda değildir. Bu kabilelerin en büyük örneği Endonezya’da olan Minangkabau kabilesidir. Ve bu kabilenin nüfusu 4 milyondur. Yani zaman ne kadar ilerlese de hala kabile anlayışıyla hayatına devam eden bir sürü insan vardır. Türk Töresinin Siyasi ve Sosyal Hayata Etkileri Nelerdir? “Oğul ile babanın arasına girilmez, Mayasıdır Hakan’ın, Türk töresi geçilmez!” Töreler bir bakıma aynı zamanda toplumdaki hayatımızda yazısız kurallar olduğu olduğu için onlara uyulması gerekir. Kulaktan kulağa yayıldıkları için toplumun çoğunluğu çok kısa bir sürede buna ayak uydurabilmektedir. Töreler binlerce yıllık olduğu için kültürün ve ahlakın varlığını sağlamaktadır. Türk töresi siyasi hayatta beraberliği, birliği ve otoriteyi sağlar. Aynı zamanda da askeri nizamda yaşamayı sağlar. Türk töresi sosyal hayatta ise dürüstlüğün ve doğruluğun olmasını sağlar. Cenaze, düğün, sünnet, nişan gibi topluca bulunulan alanlarda insanların birlik ve beraberlik olmasını ve hayatımızın adaletli ve huzurlu olmasını sağlar. Vatanının ve milletinin beraberliği için çalışır ve onu yüceltmeye çalışır. Milli kültürünü korur ve onu yok etmeye çalışanlara izin vermez. Türk töresi insana karakter kazandırır. Törelere uyan kişiler hayatın gidişatını bilir ve buna alışıktır. Törelere dikkat eden insan topluma yararlıdır ve erdemli insandır. Böyle olan bireyler başka insanların haklarına saygın duyar ve onları çiğnemez. Hayatında doğruyu ve adaleti savunur. Eskiden Türk töresi gerçek kanunun yerin geçerdi ve toplumda belirleyici unsurlardandır. Yönetenler kafasına göre işler yapamaz ve hareket edemezdi. Kağanlar, hanlar seçilirken veya tahtan indirilirken törelere uygun seçilir ya da indirilirdi. Töreye göre her Türk erkeği asker olarak doğduğundan millet kendine savaşçı bir benlik benimsemeye başlamıştır. Eğer bir insan hata yapmış ise cezalarını törelere göre alıyor ve hataların neler olduğu törelere göre belirleniyordu. İnsan katletmek, zina yapmak, insanların hayvanlarını kaçırmak, hırsızlık ve soygunculuk yapmak Türk töresine göre kesinlikle kabul edilemezdi ve bu tür şeyleri yapan kişilerin sahip olduğu mallar devlet hazinesine götürülür ve kişiler idam edilirdi. Töre eskinin hukuku olduğu için ve mahkemeler de olmadığından bu tür olaylar kişiler arasında, hiçbir yere bağlı olmadan gerçekleştirilirdi. Türklerin İslam’ı özümsemelerinden beri törenin etkisi yaşantımızda azalsa da yok olmamıştır. Türkiye’nin doğusunda ve güneydoğusunda hala töreler yaygın bir şekilde uygulanmaya ve etkisi sürdürmeye devam etmektedir. Örneğin evlenen kızlar boşanamaz veya başlık parası gibi birçok töre artık günümüze göre adaletsiz ve uygun olmasa da ne yazık ki uygulanmakta ve etkisini hala devam ettirmektedir. Türk Töresinde Hırsızlık, Cinayet ve Ordudan Kaçma Suçlarının Cezası Nedir? İlk olarak bu tarz hukuk kuralları çıkaran uygarlık Sümerlilerdir. Bu kanunları, halkın huzurunu sağlamak ve çeşitli haksızlıkların önüne geçmek amacıyla ortaya koymuştur. Sümerlilerin oluşturduğu bu yasaya “Urkagina Kanunları” denir. Yapılan bu kanundan sonra başka uygarlıkların oluşturduğu kanunlar ortaya çıkmaya başlamış. İkinci olarak gelen kanun ise Hammurabi Kanunları’dır. Bu kanunlar önemlidir. En önemlisi ise Babil Kralı Hammurabi’nin çıkardığı yasalardır. Bu yasalar dişe diş, göze göz yani tam bir kısasa kısas durumuyla eş değerdir. Hammurabi Kanunları’na göre eğer bir hırsız bir eve girmek için duvar delerse hırsız o deliğin önünde bir yerde öldürülür ve hemen oraya gömülürmüş. Aynı zamanda bir kişi hırsızlık yaptığı zaman, o kişi elini kesmek ile cezalandırılır ve eli kesilirmiş. Bir diğer uygarlık olan Hititlerin ise çok daha gelişmiş kanunları varmış. Hititlerin, daha gelişmiş bir hukuk düzeni varmış. Hitit kanunları, Hammurabi Kanunlarına göre daha insancıl kanunlarmış. Hititler de cezalar daha çok maddi cezalarmış. Örneğin, ölüm veya şiddet yani işkence gibi durumlarda suçlu kişilere tazminat cezaları verilmekteymiş. Ayrıca Hititler’ de diğerlerinden farklı olarak ilk kez bilerek öldürmek ile kazayla öldürmek birbirinden farklı durumlar olarak ele alınmış. Ancak Mezopotamya’ daki diğer medeniyetlerde de olduğu gibi sosyal sınıf farklılıklar cezaların nasıl verileceği konusunda belirleyici bir unsur olmuştur. Hititler’de hırsızlık yapan kişiye ölüm cezası verilmez, kişi dayak yer ve bunun üzerine bir de maddi nitelikte bir ceza verilirmiş. Bu ceza, hırsızın çaldığı malın üç katı değerinde gümüş ödemesi şeklindeymiş. İbrani topluluğuna kadar olan çok tanrılı din anlayışı olduğu için hukuk kurallarında bu durumdan etkilenmiştir. Bu süreçte “On Emir” adı altında bazı hükümler oluşturulmuştur. Çalmayacaksın, öldürmeyeceksin gibi emirler içermekteydi. Bunlara ek olarak Tanrı ile alakalı emirler de vardı. Türk törelerinde ise cinayet, hırsızlık ve ordudan kaçma suçları kabul görmez ve affedilmezmiş. Eğer biri ordudan kaçarsa idam edilirmiş. Ordudan kaçmak vatana ihanet olarak kabul edilirmiş. Aynı zamanda Türk töresinde kişiye yapılan suçlar affedilse bile vatana karşı yapılan suçlar asla affedilmezmiş. Hırsızlık, toplumda çok görülmeyen bir suçmuş. Hırsızlık, toplum tarafından kabul görülebilecek bir durum değilmiş. Eğer bir kişi hırsızlık yaparsa ceza olarak öldürülürmüş ve sahip olduğu mallara el konulurmuş. Cinayet işlemek töreye karşı gelindiği anlamına gelmekteymiş. Bu yüzden cinayet işleyen biri töreye bağlı kalmadığı için affedilmezmiş. Aynı zamanda birini öldürmek, o kişinin hayatını elinden almak olduğu için suçu işleyen kişi direk öldürülürmüş. Bu suçlara uygulanan ağır cezaların nedeni, bu suçların topluma ders olması ve başka kişilerin böyle suçlara karışmasına engel olmakmış. Urkagina ve Hammurabi Kanunları’nın Meşruiyet Kaynakları Nelerdir? Urkagina bir Sümer imparatorudur. Sümer imparatoru adaletli yönleri ile tanınmıştır. Devlet işlerinin yazılı kanunlara dayandırılması ve kendisinden sonraki hükümdar ve yöneticilerin de bu kanunlara bağlı kalabilmesini istemiştir. Yazılı kanunlar oluşturmuştur ve yürürlüğe koymuştur. Açık bir şekilde suç maddelerini belirtip ceza karşılıklarına da yer vermiştir. Bu kanunlar zamanla Urkagina ismini almış almış ve günümüze kadar bu şekliyle ulaşmıştır. Urkagina Kanunları dönemin imparatoru tarafından bizzat oluşturulmuştur. İmparatorun imzası ve onayını içeren kanunlar olduğu için kanunlara uyulmak zorunda kalmıştır. Kanunlar ile imparator kendi sınırlarını bile belirlemiş ve kendini de kanunlara tabii tutmuştur. Hammurabi Kanunları ise Babiller tarafından oluşturulmuştur ve yürürlüğe onulmuştur. Babil imparatoru Hammurabi bu kanunları bizzat kendisi oluşturmuştur. Bu kanunlar ile de farklı sınırlar ve haklar kral için getirildi. Her iki kanunu da incelediğimizde meşruiyet kaynağının bizzat devlet yani hükümdarlar olduğu görülecektir. Meşruiyet olarak devletin yani en yetkili kaynak olarak hükümdarın gösterilmesi kanunların daha çabuk uygulanması ve kabullenmesini sağladı. Bu kanunlardan internet sitelerinde tam olarak belirtilmemiş olsa da bildiğimiz şey ağır suçlar karşısında idam veya para cezası tarzı uygulamalar vardı. Ölçme ve Değerlendirme Bölümü Soruları 9. sınıf tarih ders kitabının ikinci ünitesi olan İnsanlığın İlk Dönemleri ünitesinin Ölçme ve Değerlendirme bölümünde yer alan tüm soruları yanıtladık. A Bölümü Cevapları Aşağıdaki terimleri birer cümleyle açıklayınız. Meşruiyet Nedir? Politik bir yapıya, devlete veya hükümete bağlı kalıp kalmamak durumudur. Ayrıca siyaset biliminde bir teoriyi benimseyip benimsememek gerektiğini de belirleyen yaklaşımdır. Bir iktidar sahiplerinin veya kural sisteminin haklı olması veya olmamasıdır. Siyasi iktidarın toplumun isteğine ve onayına dayandırılmasıdır. Monarşi Nedir? Tek bir hükümdarın yönetici olduğu yönetim biçimidir. Aristokrasi Nedir? Aristokrasi, yönetimin soylu kesimin elinde bulunduğu yönetim biçimidir. Mezopotamya Neresidir? Orta Doğu’da, Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan bölgeye İlk Çağ’da verilen addır. B Bölümü Cevapları Aşağıdaki soruları cevaplayınız. Eflatun’un Yazı Teknolojisini İnsan Belleği İçin Bir Tehdit Olarak Görmesinin Sebepleri Neler Olabilir? Eflatun, yazma teknolojisini insan belleği için bir dış tehlike olarak görmüş ve “Yazı teknolojisini elde edenler kendi belleklerini kullanmayı durduracaklar ve unutkan olacaklardır; kendi iç kaynakları yerine dış işaretlerle onları hatırlamak için yazıya bağlanacaklardır.” demiştir. Eflatun insanların yazıyı kullanmaya başladığında kendi belleklerini kullanmayı bırakıp unutkanlığın baş göstereceğini düşünür ve bu yüzden insanların kendi belleklerini kullanmaları gerektiğini düşünür. Konar-Göçerlerin Askeri Alanda Üstün Olmalarını Sağlayan Özellikler Nelerdir? Göç eden toplumlar birlikte hareket etme ve haberleşme konusunda öne geçmişlerdir. Bu faaliyetleri tatbikat olarak gerçekleştirmişlerdir. Bu yüzden de askeri alanda daha gelişmişlerdir. Yazıdan Önceki Dönemde İnsanın Hayat Tarzını Etkileyen Unsurlar Nelerdir? Yazıdan önce haberleşmede mektup gibi bir şey kullanılamayacağı için insanlar at üstünde saatlerce yol gidip haberleşiyorlar veya bağırarak, yakarak haberleşiyorlardı. Yazının bulunmasıyla iletişim çok daha kolay bir hale gelmiştir. Hammurabi Kanunları’nın Genel Özellikleri Nelerdir? Hammurabi Kanunları’nın genel özellikleri basit mantıkla göze göz, dişe diş olarak yorumlanmaktadır. Bu kanunlar suçun ağırlığında bir ceza verir. Mısırlıların Dini İnançlarının Tıp ve Mimariye Olan Etkileri Nelerdir? Mısırlıların gizemli mimariler ortaya koymalarının ana sebebi inançlarıdır, hayatları boyunca mistik ögelere inanç beslemişlerdir. İlk Çağ’ın Tüccar Toplulukları Hangileridir? Asurlular, Lidyalılar, Fenikeliler, Soğdlar. Soğdlar, Orta Asya’da hüküm sürüp Orta Asya’nın en temel ekonomik merkezi niteliğindedirler. Asurlular, Mezopotamya’da bulunup Anadolu’da da varlık göstermişlerdir. Lidyalılar parayı bulduklarından dolayı ticarette çok gelişmişlerdir. Fenikeliler de bulundukları yer tarıma ve hayvancılığa elverişsiz olduğu için deniz ticaretine yönelmişlerdir. Tarih Öncesi Döneme Ait Çatalhöyük’te Yapılan Arkeolojik Kazıların Amaçları Nelerdir? Eski çağlarda o bölgede yaşayan uygarlıklar hakkında bilgi edinmek için bu arkeolojik kazılar yapılmaktadır ki 9000 yıllık bir geçmişe sahiptir. C Bölümü Cevapları Aşağıdaki soruları “Tarihi Aydınlatan Bir Yer Göbeklitepe” başlıklı metinden hareketle cevaplayınız. Yukarı Mezopotamya’nın Bereketli Hilal Olarak Gösterilmesinin Nedenleri Neler Olabilir? Toprakları çok bereketli olmasından dolayı aynı zamanda haritada bir hilal şeklinde olmasından dolayı Bereketli Hilal adıyla anılır. Göbeklitepe’nin Daha Sonra İnşa Edilen Tapınaklara Etkisi Nedir? Göbeklitepedeki tapınak daha sonra inşa edilecek olan tapınaklara bir nevi yol göstermiş ve inancın sembolü olarak bulunmuştur. Göbeklitepe’nin Bir Gözlemevi Olabileceğinin Kanıtları Neler Olabilir? Araştırmacılar semboller üzerine çalıştığına yıl önceki bir kuyruklu yıldız hakkında bilgiler elde etmişlerdir. Bu o dönemde astronomi çalışmalarının yapıldığına kanıt olarak gösterilebilir. Günümüzde Türkiye’ye Katkı Sağlayan Diğer Tarihî Yapıtlar Hangileridir? Ayasofya, Aspendos, Sardes Artemis Tapınağı Manisa, Efes Celsus Kütüphanesi, Afrodisias’daki Tetrapylon, Afrodisias’daki stadyum, Antoninler Çeşmesi Sagalassos Burdur, Aizanoi Zeus Tapınağı. Ç Bölümü Cevapları Aşağıdaki çoktan seçmeli soruları cevaplayınız. 1. Cevap D Yazıdan önce kil tabletler olamaz. 2. Cevap E Bu olayların hepsi Doğu ve Batı’yı kaynaştırmıştır. 3. Cevap E Akadlar İlk Çağ’da yoktur. 4. Cevap A Coğrafi konumları sayesinde tarıma yönelmişlerdir. 5. Cevap B Kollektif cezada suçtan suçlunun yakınları da etkilenir. 6. Cevap C Friglerde kolonizasyon göremeyiz. 7. Cevap D Ticari nedenleri bu göçlerin nedeni olarak alamayız. 8. Cevap E Geometri ve Eczacılık. 9. Cevap C Urartu ve Fenikeliler coğrafi konumlarından dolayı bu alanlarda gelişmişlerdir. 10. Cevap C İskender ve Roma’da bu etkileri görürüz. Not 9. sınıf tarih ders kitabı cevaplarının tamamı için 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları – Tüm Üniteler başlıklı yazımızı inceleyebilirsiniz. Soru Sor 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı içinde yer alan diğer soruları bilgi e-posta adresini kullanarak bize iletebilirsiniz. Sorularınızı bize gönderin Ders Tarih Ekibi sizin için yanıtlasın!

göbeklitepe nin daha sonra inşa edilen tapınaklara etkisi nedir